Bizim dışımızda oluşan iki olumsuz gelişme, bizi fena halde etkiliyor. (1) Petrol fiyatları artıyor. (2) Euronun değeri düşüyor. Euro denilen para birimi, Avrupa Birliği üyelerinin ortak paralarının değerinin ölçüsüdür. Basit anlatımıyla bizim için önemli bir para olan Alman markı, euronun bir parçasıdır. Euro düşüyor demek, Alman markı değer kaybediyor demektir. Biz ABD doları ile borçlanıyor, borç faizlerini Amerikan doları ile ödüyoruz. İthalatı dolar ile yapıyoruz. Ama malımızın büyük kısmını Alman markı ile satıyoruz. Turizm gelirlerimizin büyük kısmı Alman markına dayanıyor. 1999 yılının başında 1 dolar verenin hesabına 1.17 euro yazılıyordu. Geçen hafta 1 doların euro karşılığı 0.85 euroya kadar geriledi.
Bir yılda euronun (dolayısıyla Alman markının değer kaybı) yüzde 12.7'ye ulaştı. Euronun hayata geçtiği 1999 Ocak ayından bu yana euronun (dolayısıyla markın) değer kaybı yüzde 26'ya ulaştı.
Bu demektir ki, Türk halkından tasarrufunu Alman markına bağlayanlar veya Alman markı ile mal ve hizmet satanlar 1999 Ocak ayından bu yana yüzde 27, bir yılda yüzde 13 kayba uğradı.
Bu demektir ki, ihracatçılarımız sattıkları mal karşılığında, turizmcilerimiz verdikleri hizmet karşılığında geçen yıla göre yüzde 13 oranında daha az gelir sağlayabiliyor.
Bu halkımız için bir kayıptır. Ülke ekonomisi için bir kayıptır. Gelelim petrol fiyatlarındaki yükselmenin getirdiği yüke...
Dünya fiyatlarında ham petrol fiyatı "varil ölçüsü" (158.98 litre) ile belirleniyor.
Geçen yıl petrolün varili 20 dolar dolayında satılıyordu. 2000 yılı başında varil fiyatı 24 dolara yükseldi. Geçen hafta sonunda 37 doları gördü.
Halbuki petrol üreticisi ülkelerin bir sözü vardı. Eğer petrolün varili 28 doların üzerine çıkıp, 20 gün bu çizgide kalır ise, OPEC üyesi petrol üreticileri, üretimi artırıp, fiyatın 28 doların altına düşmesini sağlayacaktı. ABD'nin baskısına rağmen petrol üreticileri üretimi artırmıyor. Petrol fiyatı düşmüyor.
Petrol fiyatındaki yükselme Türkiye'yi iki şekilde etkiliyor:
(1) Biz ihtiyacımız olan aynı miktarda petrolü almak için daha fazla döviz ödüyoruz. 2000 yılının ilk yarısında geçen yılki kadar ham petrol ve petrol ürünü satın almak için 800 milyon dolar daha fazla ödeme yaptık. Petrol fiyatları yükselmeyi sürdürür ise, yıl sonuna kadar 1.6 - 2.0 milyar dolar bir ek fatura ile karşılaşacağız. Döviz harcamamız (ve dolayısıyla döviz açığımız) bu kadar büyüyecek.
(2) Hükümetimiz petrol fiyatlarını artırmamaya çalışıyor. Halbuki petrol fiyatları daha önce otomatiğe bağlanmıştı. (I) Döviz fiyatı artışı hemen petrol fiyatına yansıtılıyordu. (II) Petrolün dünya fiyatındaki artışı hemen petrol fiyatına yansıtılıyordu. Enflasyonu düşük tutma arayışındaki hükümetimiz şimdilerde döviz kurundaki artışı da, petrol fiyatındaki artışı da iç fiyata yansıtmıyor. Döviz kuru arttıkça, petrol fiyatı arttıkça vergiyi azaltıp, fiyatı sabit tutuyor.
100 liralık petrol satış fiyatının yaklaşık 25 lirası petrolün rafineri çıkış maliyetidir. 11 lirayı nakliyeci, dağıtıcı ve satıcı alır. Kalan 64 lira "Akaryakıt Tüketim Vergisi - Akaryakıt Fiyat İstikrar Fonu katkısı - KDV" olarak Maliye'ye gider. Bütçeye yama olur. Bütçenin en önemli gelir kalemidir.
Döviz kuru arttıkça, dünya fiyatı arttıkça hükümetimiz Maliye'ye giden ve bütçeye yama olan parayı kısıyor.
Petrol fiyatına zam yapılsa, döviz kurundaki ve dünya fiyatındaki artışı, petrolü doğrudan ve dolaylı olanlar ödeyecek.
Maliyet artışı vergi azaltılarak kapatılır ise, faturayı tüm halk ödeyecek. Petrolü doğrudan veya dolaylı kullananlar değil, halkımızın tamamı faturayı bölüşecek. Petrol ile hiç ilgisi olmayan kimse de "ya ek vergi olarak ya da enflasyon olarak" bu farkın kapatılmasına katkıda bulunacak. Çünkü verginin azaltılmasının sonucunda kamu finansman açığı (bütçe açığı) ortaya çıkacak. Bütçe açıkları ya ek vergi ile kapatılır ya da enflasyona neden olur.
Onun içindir ki, Bay Cottarelli "zam yapın" dediği için değil, ekonominin gereği bunu icap ettirdiği için, bugün - yarın petrol fiyatlarına zam gelecek. Bu zam da enflasyon hedefini rezil edecek.
Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr