Kurban mükellefiyetini yerine getirmek isteyen Müslümanlar Türkiye Diyanet Vakfı’na (TDV) vekâlet veriyorlar. 525 TL gönderiyorlar. Vakıf, vekâlet veren adına kurban kestiriyor. Usulüne uygun dağıtıyor. Geçen yıl 89 bin Müslüman kurban kestirmek için TDV’ye kurban parası göndermiş. (Çok önemli: TDV’nin yıllık faaliyet raporuna ulaşılamıyor. Geliri gideri, kurban paralarının, bağışların nasıl değerlendirildiği halka açıklanmıyor.)
Diyanet İşleri Başkanı, bu vakfın başı. Başkana piyasa değeri 1 milyon TL dolayında olan yeni bir S 500 Mercedes binek otomobili satın alındı. Otomobilin değeri yaklaşık 2 bin baş kurban parası.
Aynı gün basında yer alan haberlerden öğrendik ki İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı için de odanın kaynaklarından bir S 500 Mercedes makam aracı satın alınmış. İstanbul ili içinde faaliyet gösteren tüm ticari işletmelerin İstanbul Ticaret Odası’na (İT0) kayıt yaptırmaları, her yıl aidat ödemeleri mecburiyeti var. İT0’nun yaklaşık 300 bin üyesi her yıl 110-260 TL arasında mecburi aidat, aidatın 3 ila 20 katı tutarında mecburi munzam aidat ödüyorlar. İTO’nun başkanı da tüccar. Onun da işyeri var. Herhalde kendi imkânlarıyla da bu tür bir aracı alabilecek durumda. Ama İTO bütçesinden sadece başkana S 500 Mercedes makam aracı alınmamış, yönetim kurulu üyeleri için de 2 adet E 250 Mercedes makam aracı satın alınmış. (Bunları başkanın yaptığı açıklamadan öğreniyoruz.) Sadece başkanın binek otomobili için ödenen para 5 bin İstanbullu tüccarın yıllık mecburi aidatı toplamı büyüklüğünde. Yönetim kurulu üyelerine alınan binek otomobiller için de 4 bin mecburi aidat toplamı ödeme gerekiyor.
Alın teriyle alana helal
Alın teriyle kazananın, vergisini ödeyenin istediği değerde araç satın alması normaldir de, “el parasıyla” araç alımları dikkat çekiyor.
Fakirlik edebiyatına, vicdan istismarına gerek yok ama üç kuruşu olanın ödediği kurban paralarını, krizle boğuşan tüccarın zorunlu aidat ödemelerini toplayanların milyonluk araçlarla gezmeleri biraz yanlış oluyor.
Ayşe Hanım Teyzem, TDV’ye kurban bağışı yaparken kırk kere düşünecek. Belki de bundan sonra vakfa bağış yapmayacak. Krizle boğuşan, zararını nasıl kapatacağını düşünen Ayşe Hanım Teyzem’in damadı İTO’ya zorunlu aidatını öderken, “Ben başkan ve yönetim kurulu üyelerinin Mercedes parasını mı ödüyorum?“ diyerek dertlenecek.
Kime kızılıyor?
Denilebilir ki üzülseler ne olur, dertlenseler ne olur? Doğrudur. Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç ne dedi: “Üç gün konuşulur. Dördüncü gün biter...”
Şimdilerde milletvekillerimiz de “kanun çıkararak” kendilerine yeni ayrıcalıklar sağlamak arayışındalar. Normal istek “maaşlara zam.” En kolayı bu. Onun ardından “çoluğa çocuğa ömür boyu kırmızı pasaport” talebi var. O da tamam... Derken, “her milletvekiline harçsız silah” verilecek. Yiğit adam silah taşır. O da tamam. Geliyoruz en kritik isteğe: “Milletvekilleri hiçbir trafik kuralına uymayacaklar. Milletvekillerine ceza kesilmeyecek.” (İşte en tehlikeli ayrıcalık bu: Milletvekili trafik kuralına uymadığında, o trafiğin hali ne olacak? Milletvekilleri trafik kuralına uymayınca ortaya çıkan kaza riskleri nedeniyle vatandaş ne yapacak?)
Hürriyet gazetesinde 11 Aralık’ta yayımlanan haberden öğreniyoruz ki Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç bu istekleri normal buluyor. “Florya’da 30 tane güzel süit oda yapacaktım yapamadım. 14’üncü dönemin deniz kenarında villaları, 15’inci dönemin Kuşadası’nda, 16’ncı dönemin Artur’da, 17’nci dönemin Antalya’da villaları var. 20’nci dönemde biz geldik. ‘Harç bitti, yapı paydos’ dediler. Kendimize geldiğimiz zaman ‘Aman, laf olur’ dediler. Ne lafı olacak? Üç gün konuşurlar, dördüncü gün biter kardeşim. Bu dönemin bir şerefi olsun. Bizim neyimiz eksik?”
Sayın Arınç’ın Türkiye gerçeklerine ne kadar vakıf bir politikacı olduğunu, ne kadar haklı olduğunu bir daha gördük. Yukarıda sıralananlar bir hafta önce oldu. Üç gün değil, bir gün konuşuldu. Bugün unutulmuş durumda.