Bu ders yılı başında, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğrencilere ilk dersi Süleyman Demirel verdi. Süleyman Demirel, öğrencilere şunları söyledi: Türk kamuoyu Avrupa Birliği’ne üyelik konusunda şartlandırıldı. Ama, Avrupa Birliği’ne üyelik ile Avrupalı olmak farklı şeylerdir.
Avrupalılık bir yaşam biçimidir. Biz Türkler için Avrupalı olmak, çağdaş olmak, medeni olmak anlamına gelir. Bizim Cumhuriyet’ten bu yana hedefimiz, çağdaş olmak, medeni olmaktır. Ne var ki biz, Avrupa Birliği’ne üyeliği bir "şekil" meselesi olarak kabul ettiğimizden, Avrupalı olmanın gereklerini unutuyoruz. Önemli olan Avrupa Birliği’ne üyel olmak değil, bir an önce Avrupalı olmak, (çağdaş olmak, medeni olmak)’tır.
Süleyman Demirel bunları söylüyor da, biz ne yapıyoruz?
Avrupa Birliği (AB) üyeliği için kesin tarih almada ısrarımızı sürdürürken, Avrupalı olmanın gereklerine ters düşen yaşam biçimine devam ediyoruz. Ve de bu yaşam biçimini değiştirmeye pek de niyetli görünmüyoruz. Değişiklik yapmak istediğimiz şeyler şimdilik sadece kanunlar. Kopenhag’a uyum paketi adı altında, Anayasa ve kanunları değiştirirken, ‘cinlik’ yapmaktan, alaturka davranıştan da vazgeçmiyoruz.
AB özleminin arkasında Türkiye’nin sosyal ve ekonomik bakımdan, Avrupa ülkeleriyle arasındaki uçurumun kapatılması var. Tek başına üyelik formalitesinin bu uçurumu kapatmaya yetmeyeceğini hâlâ düşünemiyoruz. Uçurumun temel nedeni, eğitimde ve öğetimdeki geri kalmışlığımız. Daha nitelikli ve daha nicelikli bir üretim olmadan, uçurumun kapanmasına imkân yok.
Halk değişime direniyor
Biz, AB üyelerinin, sosyal ve ekonomik yaşamına özeniyoruz. Bu yaşam, kanunların uygulamasında bir değişim gerektiriyor ama her şeyden önce kafa yapısında da bir değişim gerektiriyor. İnsanlar devlete, devlet insanlara karşı daha saygılı olacak, daha adil, daha sağlıklı bir çevrede, insanlara daha iyi eğitim imkânları sağlanacak. Demokrasi, insan hakları konularında başka ülke insanlarının sahip oldukları imkânlara, Türk insanları da sahip olacak.
İş bununla bitmiyor. Üretim artışı olmadan, değişim sağlamaya imkân yok. AB’deki insanların yaşamı kişi başı 25 - 30 bin dolarlık bir yıllık üretime ve kişi başı gelire dayanıyor. Biz ise kişi başı 3 bin dolarlık üretim ve gelirle aynı yaşamı sürebileceğimizi hayal ediyoruz. AB üyeliği, Türkiye’ye daha fazla yabancı sermaye girişine imkân verecek. Türkiye’nin yatırım, üretim için dış kaynaklardan daha bol ve ucuz yararlanmasının kapısını açacak. Ama sadece, bu iki faktöre dayalı olarak, Türkiye’de değişim gerçekleşmesi, sosyal ve ekonomik kalkınmanın kendiliğinden hızlanması beklenemez.
Bir başka önemli konu, Türk insanının AB üyesi ülkelerin yaşam biçimini kabullenme isteğinde olup, olmamasıdır. Çünkü, AB sonuçta bir sosyal ve ekonomik bütünleşme hareketi. Türk insanı ise sosyal ve ekonomik bütünleşmeye büyük bir direnç gösteriyor.
Kırsal kesimden büyük kentlere göç edenler, köy yaşamını büyük kente taşımada ısrarlı oluyorsa, bugüne kadar Avrupa ülkelerine giden Türk vatandaşları da bulundukları çevreye uyum gösterme yerine, Türkiye’den kopup geldikleri çevreyi, o ülkelere taşımakta ısrarlı oldular. Bu olumsuz deneyimi yaşayan Avrupa ülkeleri Türklerin bütünleşme ve uyum konusundaki dirençlerinden korktukları içindir ki diğer adaylara göstermedikleri tepkiyi Türkiye’ye gösteriyonlar.
Avrupalı olmanın bir yaşam biçimi olduğunu da kabul ederek, bundan sonra bu yaşam biçimine uyma çabası içine girmemiz şart. Bugün, Kopenhag’dan ne karar çıkar ise çıksın, Cumhuriyet’ten bu yana sürdürdüğümüz Avrupalı olma arayışımız devam edecek. Ama eskiye göre, daha doğru bir noktada bulunuyoruz. Çünkü artık, insanlarımız Avrupalı olmanını ne anlama geldiğini ve nasıl Avrupalı olunabileceğini, AB’ye üye olmakla her şeyin bitmeyeceğini, esas sorumluluğun Türk insanının sırtında olduğunu daha iyi anlamaya başladı.