ABD Anayasası'na göre, başkan 4 yıl süre ile seçilir. Bir başkanın iki seçim döneminden sonra (8 yıllık görev süresinden sonra) tekrar seçilmesi imkansızdır. Dünya yıkılsa, seçim süresi sona eren başkanın 20 Ocak günü öğle saatinde masasından kalkması Anayasa emridir. Clinton 8 yıllık süreyi doldurduğu için aynı şeyi yapacak. Başkanlık görev ve sorumluluğu sona erecek.
ABD başkanları 210 yıldır yılın ilk ayı içinde Kongre'de "ülkenin durumu"nu ülke için kendilerinin yaptıklarını anlatırlar. Buna "ulusa sesleniş" konuşması da denir.
Bizim Anayasamızda seçim bir dönem olarak sınırlandırılmış. Ama hizmet süresi 7 yıl gibi uzun tutulmuş. ABD'deki iki dönemlik başkanlık süresine yakın bir süre.
Başkan Clinton 27 Ocak 2000 Perşembe akşamı Kongre üyelerine ve Amerikan halkına başkanlık süresi içinde yaptıkları hakkında hesap verdi. Dedi ki, "Son 30 yılın en büyük ve en uzun gelişme süreci içindeyiz. 42 yıl sonra ilk defa bütçe fazlalık verecek. İşsizlik, fakirlik en alt sınıra indi. Eğitim ve sağlıkta, sosyal yardımlarda en iyi olduk. Daha iyi olacağız. Rüyalarımızı, anılarımızın önünde tutmayı başardığımız için ABD ilelebet genç kalacaktır."
Sayın Demirel de "ülkenin durumu"nu anlatmak için "ulusa sesleniş" konuşması yapsa acaba neler anlatır?
Bırakınız kırk yıllık başbakanlık, parti başkanlığı dönemlerini, son yedi yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde yaptıklarını acaba nasıl sıralar? Ben "saf ve bakir bir Anadolu çocuğu olarak" Sayın Demirel'in böyle bir konuşmada nelerden söz edebileceğini merak ettim... Kendi kendime Sayın Demirel için bir konuşma metni hazırladım:
- Bir ülkenin yönetimine soyunanların hedefi halkın refahını artırmaktır. Halkın refahının göstergesi kişi başına düşen milli gelirdir. Bu rakam bir ülkede insanların ne kadar üretip, ne kadar kazandıklarını ortaya koyar. Türkiye'de son yedi yılda kişi başı milli gelir maalesef 3 bin dolara çakıldı kaldı. Bir milim artmadı. Bunu artırmayı başaramadık.
- Önümüzde koşan zengin ülkelere ulaşmak için kalkınmamızı hızlandırmaya mecburuz. Kalkınma demek milli gelir artışı demektir. Milli gelir üretim ile artar. Milli gelirin (üretimin) yıllık büyüme hızına kalkınma hızı denir. Bizim kalkınma hızımız son yedi yılda bir ileri, bir geri gitti. Yedi yılda Türkiye sadece yüzde 11.8 oranında büyüyebildi. Türkiye'yi büyütmeyi başaramadık.
- İnsanın sağlığı nasıl "ateşi" ile ölçülür ise, ekonominin sağlığının ölçüsü de "enflasyondur". Yedi yıllık sürede enflasyonu 60 ile devraldık, 91'lere tırmandırdık, 57'lerde sürdürdük. Olmadı... Olamadı... Bunu da başaramadık.
- Bir ülkenin namusu parasının değeridir. Yedi yıl önce bir doları 10 bin liraya satın alabiliyorduk. Paramızın değerini yedi yılda pul ettik. 1999 yılında ortalama dolar değeri 415 bin liraya çıktı. N'apalım yani?.. Doların değeri tırmanıyor, paramız yerlerde sürünüyor diye ağlayalım mı?
- İhracat işini de beceremedik ki, döviz durumumuz düzelsin. Yedi yıl önce dış ticaret açığımız 14 milyar dolardı. 1999 yılında da 14 milyar dolar oldu. Buna da şükür. Daha fazla artsa idi ne yapardık?
- İçeride borçlanmada ipin ucunu kaçırdık. Son beş yıldır yüzde 100'ün üzerinde yüzde 132'lere varan yüksek faiz ile borçlandık. Bu yüzden faiz gideri bütçe gelirinin yüzde 56'sını yutar hale geldi. Ama tamamını da yutmuyor ya?
- Bütçe açığı büyümüş... Yedi yıldır hep büyümüş. Yüzde 6.7'lerden başlayıp yüzde 11.5'lara çıkmış. N'olacak yani?
- Yedi yıl önce Türkiye'nin dış borcu 67 milyar dolarmış. Şimdilerde 105 milyar dolara çıkmış. Üzülmeyelim. Borç yiğidin kamçısıdır.
- Elektrikler sönmüş ise, millet karanlıkta kalmış ise kalmış olabilir. Yağmur yağmamış, sular akmamış, barajlar dolmamış ise, Barajlar Kralı'nın ne sorumluluğu olabilir ki?
- Tabii biz bunları beceremeyince, işsizlik biraz arttı, eğitim ve sağlık sistemi biraz bozuldu. Hak hukuk işlemez oldu, Güneydoğu'daki terör sürdü, Hizbullah çıktı, mizbullah çıktı... Bunları da abartıp, felaket tellallığı yapmaya lüzum yok... Değil mi ya...
Sayın okuyucularım, bu "ulusa sesleniş" konuşmasını hazırladıktan sonra Anayasa'yı açıp, cumhurbaşkanının sorumluluğu maddesini bir daha okudu. 104'üncü maddeye göre cumhurbaşkanı "Anayasa'nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir"...
Bu maddeye göre acaba geçen yedi yıllık dönemde yapılmayanlardan yapılamayanlardan Cumhurbaşkanı'nın hiçbir sorumluluğu yok mu? Onun çabasına rağmen mi bunlar yapılmadı, yapılamadı? Öyle ise de, böyle ise de, "yapılamayanlar, yapılamayacakların teminatıdır" diyebiliriz.
Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr