Başkan Trump’ın adı geçtiğinde, insanın kendisini çelişen duygular içinde bulmaması imkansız gibi. Bir tarafta barış yanlısı olduğunu belirtip, dünyadaki tüm askeri çatışmaları sona erdirmeye kararlı bir Trump var; diğer taraftaysa ABD askeri bütçesini beğenmediği, savaş yanlısı olmakla suçladığı Joe Biden’ın istediği miktarın çok daha üstüne çıkartıyor. Söylendiği gibi “trilyon dolarlık askeri bütçe” teklifi gerçekleşmedi ama Trump, personel kalemlerinde azaltma yaparak, tasarruf edilen bu parayı silah alımlarına ekledi.
“İki Trump” hipotezini güçlendiren bir diğer durum ise, İsrail’in Gazze ve Rusya’nın Ukrayna savaşlarını “24 saat içinde bitireceği” vaadine rağmen, Putin ile Netanyahu üzerinde söylemden öte giden bir yaptırım, hatta baskı bile kuramamış olması.
Trump, Rusya’nın Ukrayna’ya üç yıl önce açtığı savaşın, eski başkan Biden tarafından Ukrayna liderinin kışkırtılması üzerine açıldığını kabul ediyor ve kendisi (başkanlık odasındaki tiyatroda hepimizin tanık olduğu şekilde) Zelenskiy’yi tahrik şöyle dursun, tersine itidale, Rusya’yı yenemeyeceği gerçeğini kabule zorluyor.
Ancak aynı Trump, Avrupa’nın hiçbir çıkarı olmadığı halde Ukrayna’yı askeri yönden güçlendirerek, Rusya’nın savaşa devamına gerekçe hazırlamasına da sesini çıkartmıyor.
Bir Trump, NATO’nun tehdit eden bir ittifak olmaktan çıkmasını istiyor; bir Trump da Avrupalı “liderlerin” yeni yeni tehdit unsurları oluşturmasına, örneğin Avrupa ordusu gibi ne olduğunda Avrupalıların bile anlaşamadığı hazırlıklara seyirci kalıyor.
Bir Trump, NeoCon ve küreselcilerin “Ulus inşa ediyoruz” diyerek nice ulusları tahrip ettiğini Riyad’daki konuşmasında son derece veciz cümlelerle kınar, hatta onlarla alay ederken, bir diğer Trump, Suriye’deki Amerikan ordusunun imal ettiği, silahlandırdığı PKK uzantısı SDG’den desteğini çektiğini açıklamıyor.
İsrail ve onun güdümündeki Amerikalı siyasetçilerin, “HTŞ lideri bir teröristin elini sıktı!” diye yaygara yaptığı Suriye’nin yeni başkanı Ahmet Şara ile görüşüp, Suriye’ye yaptırımları kaldırırken, NeoConların ve ABD silahlı kuvvetlerinin Centcom biriminin güdümündeki YPG-PYD-SDG’yi desteklemek için Suriye’de bulunan Amerikan askerlerinin tümünü geri çekmiyor.
Trump’ın bu ikili tutumunu son Orta Doğu turunda daha yakından gördük. Bir taraftan bölgenin en zengin ve İslam dünyasında sözü geçen ülkeleri, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret ediyor, oradaki konuşmalarında Netanyahu’yu küçük düşüren sözler söylüyor; artık Gazze savaşının sona ermesini istiyor. Ama Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun Biden yönetiminin kısmi silah ambargosunu kaldırarak İsrail’e 4 milyar dolarlık askeri yardımı hızla teslim edilmesi kararı almasına da engel olmuyor.
Tam tersine, Orta Doğu turundan cebinde 4 trilyon dolarlık yatırım ve alım taahhütlerini koyarak döndüğü uçakta, İsrail’in güvenliğine tam desteğini yineliyor.
Bu arada belirtmekte fayda var, Trump, göreve geldiğinden bu yana İsrail’e 12 milyar dolarlık yabancı askeri satış onayladı.
Trump’ın bu iki başlı siyasetinin sebebi midir, yoksa oynamak istediği uluslararası şaşırtma oyununun bir gereği midir bilinmiyor ama: çizmek istediği “barışçıl başkan” imajına yüzde 100 ters konumdaki dışişleri ve savunma bakanları Rubio ile Hegseth, geçen aya kadar ulusal güvenlik danışmanı olan, şimdilerde BM daimi temsilciliğine getirdiği Mike Waltz, Ukrayna özel temsilcisi emekli tuğgeneral Keith Kellogg ve sözü uzatmamak için zikretmediğim diğerleri, NeoCon zihniyetindeki kişilerdir.
Bu ise, çok kişinin Trump’ın Biden’ın kınadığı bir çok siyasetini ve bu arada İsrail’in devam eden soykırımını tam olarak desteklediği kanısını güçlendiriyor.
Biden’a “Genocide Joe” (soykırımcı Joe) adını takmış olan Prof. John Mearsheimer “Şimdi Trump’a “Genocide Don” adını takacağını söylüyor. Haksız mı?