Hasan Cemal

Hasan Cemal

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Şam, Beyrut, Güney Lübnan, Amman ve Kudüs'ü kapsayan on günlük bir gezi yapmıştım geçen yaz temmuz ayında. Amacım, Ortadoğu'da barış ve dostluğun dilini anlamaya çalışmaktı. Özellikle Yahudiler ile Filistinliler ve Araplar arasında...
İyimserlik verici değildi hava.
Çünkü karşılıklı duygu ve düşüncelere damgasını vuran daha çok nefret ve düşmanlıktı. Araplar Yahudileri, Yahudiler Arapları sevmiyordu. Tarihin derinliklerinden gelen ağır bir yük, her iki tarafı da etkisi altında tutuyordu.
Dünden kurtulup kalıcı bir barışı kurmanın ne denli güç olduğu her sohbette ortaya çıkıyordu. Taraflar bir yerde tarihin esiri olmuşlardı.
Kudüs'te hiç de sıradan olmayan bir Yahudi demişti ki:
"Filistinliler iyi komşu değil."
Amman'da bir Arap aydınının öfke dolu sesi kulağımda:
"Barış yakın değil. Unutmayın, Arap dünyası okyanustur, İsrail de bir ada. Bir zamanlar Haçlılar nasıl gelip gittilerse, bir gün Yahudiler de gider."
Oysa, Ürdün'ün İsrail'le barış anlaşması vardı. Ama tıpkı Mısır - İsrail barışı gibi bu da 'soğuk barış'tı.
Yani barış anlaşması imzalanmış ama kağıt üstünde kalmıştı. Mısır ve Ürdün'le İsrail arasında yıllardır doğru dürüst bir gel - git yoktu.
Güney Lübnan'da, sınır çizgisinin üstünde Lübnanlı bir Şii'yle karşılaşmıştım. Çocuğunu omuzuna almış, az ötedeki İsrail topraklarını gösteriyordu. "Oraları Filistin toprağı" diyordu gözleri çakmak çakmak, "İslam toprağı... Bugün değilse yarın geri alacağız."
Kudüs'te, American Colony Oteli'ndeki turistik eşya dükkanını işleten Filistinli genç, İsrail'e antipatisini hiç gizlemiyordu. Barıştan umutlu değildi. Barış konusunda taviz verecek olan tarafın İsrail olduğunu belirtiyordu:
"Ya verirler ya alırız. Bak, Hizbullah ne yaptı Güney Lübnan'da? Zorla bastırdı, aldı istediğini... Allah bizden yana..."
Filistin'in önde gelen kadın liderlerinden Hanan Aşrawi'nin havası farklı değildi:
"Gerçek barış yakın değil. İsrail mantalitesini değiştirmek zorunda. Hala işgalci zihniyetiyle dolaşıyor. Askeri kuvvetle neyi yapıp neyi yapamayacağını İntifada ve Güney Lübnan öğretmiş olmalıdır İsrail'e..."
On günlük gezimin bütün izlenimleri tek bir noktada toplanıyordu: Bu topraklarda gerçek bir barışın manevi altyapısı fazlasıyla zayıftı, kırılgandı.
Bir sabah vakti Eski Kudüs'ün o mistik, kutsallık kokan havasını bir kez daha koklamıştım. Daracık sokaklarda Hazreti İsa yürümüştü. Yahudilerin en kutsal yeri olan Ağlama Duvarı, bugünkü adıyla Batı Duvarı da buradaydı. Hazreti Muhammed'in göğe çıkarken bastığı taş az ilerideydi. İslam'ın ilk kıblesi Mescid - i Aksa hemen şuracıktaydı.
Bu daracık alanda keskin kontrastları içeren böylesine yoğun bir kutsallık gerçekten ağır bir hava yaratıyordu.
Nitekim, geçen hafta perşembe günü bu alana beklenmedik bir dalış yapan Ariel Şaron sahnelediği çirkin provokasyonla zaten zayıf olan barış umutlarını bir anda dinamitledi. Çan sesine ezan sesinin karıştığı, cami, kilise ve havranın kucaklaştığı bu büyülü mekanda barış umutlarını bir anda katletti Likud Partisi'nin lideri Şaron...
Önce Filistinliler ayaklandı.
Çatışmalar Kudüs'ten İsrail işgali altındaki Batı Yakası ve Gazze'ye yayıldı. Ölü sayısı 70'e, yaralı sayısı 1000'e ulaştı.
Ama çarpıcı olan şuydu:
Ölenlerden yalnız 3'ü İsrailli Yahudi'ydi. Büyük çoğunluğu ise Filistinliler oluşturuyordu.
İsrail'in tepkisi aşırı ve kıyıcı idi. 12 yaşındaki Muhammed el - Düreh'in ölüm görüntüleri de bu kıyıcılığı belgelemişti.

Kritik gün...

Geçen temmuz ayı Kudüs'te, Filistinli liderlerden Hanan Aşrawi'yle yaptığım sohbetten sonra bu köşede şunları yazmıştım:
"Barışa giden ince uzun yolda gerilimler kontrol edilemez hale gelebilir. Kanlı çatışmaların, şiddet eylemlerinin sahneye çıktığı bir dönem açılabilir. Yani uçurumun kenarında politika... Önümüzdeki birkaç ay çok kritik..."
Dün öğle vakti Kudüs'ten bir diplomatla telefonda konuşurken şöyle dedi:
"Önümüzü görmek kolay değil. Yarın cuma, kritik bir gün. Eski Kudüs'te, cami çıkışında olaylar yeniden alevlenebilir. Hamas'ın, bazı imamların İsrail'e karşı cihat çağrıları var çünkü..."
Dileriz, sağduyu sonunda ağır basar. Yoksa, kalıcı ve gerçek barışa giden yol kaçınılmaz biçimde daha çok şiddet ve savaştan geçecek.
Bu topraklar artık trajediye doymadı mı?


Yazara E-Posta: h.cemal@milliyet.com.tr