‘CHP nostaljisi’ adını taşıyan dünkü yazımda, Baykal’ın 1990’lardaki İnönü’leşme sürecini anlatırken, Kılıçdaroğlu Ecevit’leşebilir mi diye sormuştum.
Ecevit 1973’te CHP’ye ilk kez seçim kazandırırken, yani İsmet İnönü’yle Deniz Baykal’da olmayan bir başarıyı gerçekleştirirken ve bu başarıyı 1977’de üstelik yüzde 41 oyla yinelerken neler yapmıştı?
Ecevit, 12 Mart Muhtırası’na karşı çıkmıştı.
İnönü’nün 12 Mart hükümetine CHP’den başbakan ve bakan vererek destek olmasına hayır diyerek genel sekreterlikten istifa etmişti.
Askerin siyasete müdahalesine ilkesel olarak ve kararlılıkla muhalefet etmişti.
CHP’yi ‘devlet’in değil, ‘halk’ın partisi yapacağına söz vermişti.
Lider olarak, Karaoğlan olarak kitlelerin arasına, işçinin köylünün arasına karışmayı, varoşlara inerek onların günlük sorunlarıyla ilgilenmeyi önemsemişti.
‘Eski’yle ‘statüko’nun değil, değişim ve demokrasinin bayrağını dalgalandırmıştı.
Türkiye’nin din meselesini önemsemiş, ‘dine saygılı laiklik’ anlayışını geliştirmeye yönelmişti.
Çevresine, Türkiye ve dünyanın hallerini bilen genç akademisyenleri, aydınları (örneğin ‘Mülkiye cuntası’nı) herhangi bir kompleks duymadan toplamıştı.
Çünkü partisini, CHP’yi değiştirmeden Türkiye’yi değiştiremeyeceği gerçeğini sezmişti.
Dış politikada yalnız Batı’yı değil Doğu’yu da önemsemiş, Türkiye’nin Doğu’yla iyi ilişkilerinin Batı’da da elini güçlendireceği gerçeğini görmüştü.
Hem Avrupa’da Sosyalist Enternasyonal’le ilişkiye geçmiş, hem de Soğuk Savaş dönemine rağmen Sovyet blokunun bazı komünist partileriyle de ilişki kurmuştu.
Ecevit, böylece yarattığı büyük bir umut ve değişim dalgasının üstüne oturarak 1973 seçimlerini kazanmıştı.
Dahası, Türkiye’de askerle devletin hayret dolu bakışları arasında, “Tarihi yanılgıya son!” diyerek Erbakan Hoca’nın MSP’siyle koalisyon hükümeti kurmuştu.
Kısacası:
Ecevit, 1970’lerde devrimci işler yaptı, bu yüzden iki kez seçim kazandı.
Şimdi de 1990’ ların, 2000’lerin Baykal’ına bakalım.
Tek bir seçim kazanamadı.
CHP’yi halkın değil, yeniden ‘devlet’in partisi yaptı.
27 Nisan Muhtırası’nın yanında yer aldı.
28 Şubat postmodern darbesindeki askerin rolünü, “sivil toplum örgütü”ne benzetebildi.
Ecevit’in 1970’lerde yaptığını yapamadı, yani entelektüel düzeyi yüksek, akademik düzeyi yüksek, Türkiye ve dünya hallerini iyi bilen bir yakın çevre oluşturmadı, böyle bir şeyden hep rahatsızlık duydu.
Ecevit’in ‘dine saygılı laiklik’ anlayışı yerine, CHP’nin o malum otoriter laiklik anlayışını benimseyerek sürekli asker ve yüksek yargı ile birlikte aynı cephede hareket etti.
Üniversitelerde türban ve başörtüsü yasağının kaldırılmasını istemedi.
Yüzde 47 oy almış bir parti hakkındaki kapatma davasına karşı çıkmadı.
İfade özgürlüğü konusunda (301 örneği) iyi sınav vermedi.
Kürt sorununa sırtını döndü.
Baykal’ın CHP’si, Ecevit’in Karaoğlan olarak 1970’lerde silip süpürdüğü Güneydoğu’dan neredeyse oy alamaz hale geldi.
Baykal’ın CHP’si Avrupa Birliği’ne gitgide mesafeli ve soğuk durmaya başladı.
Baykal, Türkiye’de darbe tertiplerinin ilk kez yargı sahnesine çıktığı “Ergenekon’un avukatlığı”na soyunduğunu kendi ağzıyla açıkladı.
Ecevit’in CHP’si 1975’te Sosyalist Enternasyonal’e girmişti. Baykal’ın CHP’si 2000’li yıllarda Enternasyonal’den çıkarılmanın eşiğine geldi.
Bağıra çağıra klasik muhalefet yaptı. İktidarın ak dediğine kara dedi. Yapıcı olamadı.
Ve kitlelerin somut sorunlarına çare üretecek söylem ve planlarla halkın önüne çıkmadı.
Baykal, kısacası, ‘zamanın ruhu’nu yakalayamadı.
Oysa, 1990’lar bu açıdan son derece elverişliydi. Berlin Duvarı yıkılmış, demokrasi ve özgürlük bayrağı her yerde dalgalanıyordu.
1980’lerde İspanya’da, Portekiz’de, Yunanistan’da sosyal demokratların, sosyalistlerin yaptığını Baykal’ın CHP’si de yapabilir, Türkiye’yi demokratikleşmeyle birlikte AB yoluna sokabilirdi.
Hatta Baykal bir ara buna niyetlenir gibi olmuştu. İsmail Cem‘le birlikte Yeni Sol diye yola çıkmış, heveslenmiş ama birçok kez olduğu gibi bundan da çabuk vazgeçmişti.
Evet, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, size başarılar diliyorum.