ATİNA
Suratsız bir taksi şoförü. Traş da olmamış. Bir karış sakalla somurtuyor. Kaldığımız otelin adresini verdik eline, homurdanıyor. Anlaşılan, Latin alfabesiyle yazılı olduğu için adresi çıkartamıyor.
Taksiye doluştuk.
Arkaya Ferai Tınç, Okay Gönensin ve ben, öne Murat Yetkin... Neredeyse İstanbul'dan beter bir trafikle cebelleşiyoruz.
O da nesi, ön taraftan gülüşmeler:
"Annesi onu
ciğerimu diye severmiş,
yavrumi diye severmiş..."
Türk olduğumuzu öğrenen abus yüzlü taksi şoförü neşesini bulmuş...
Adı, Panayot.
Annesi küçükken 1922'de Marmara taraflarından Atina'ya göç etmiş. Ezberinde iki sözcük kalmış anasından:
Ciğerimu'yla yavrumi...
Bu ikisini çok hoş telafuz ediyor Panayot. Hep tekrarlıyor. Annesi 'ciğerimu' diye severmiş onu... Az sonra ön taraftan bir şarkı yükseliyor. Muhabbet koyulaşıyor. Sözlerini Murat söylerken, melodiyi Panayot mırıldanıyor:
Bekledim de gelmedin,
Söyle söyle,
Hiç mi beni sevmedin?
Halkın gittiği bir taverna.
Buzuki'nin sesi insanın yüreğini fena yapıyor.
Pontus havası! Titrek mi titrek... Sahnede sanki bizim Karadeniz uşakları oynuyor.
Cilve loy, nanay loy!Bu da
Artvin havası...
Sonra
Sirtaki'nin nağmeleri... Ve tabii buzlu
Uzo'lar...
Yunanlı bankacıyı düşünüyorum.
Güzel bir sohbetti.
Atina Belediye Başkanı Avramopoulos'un perşembe günü Mesut Yılmaz için verdiği yemekte yan yana düştük. Ben bir ara nedense,
"Babaannem Kuzey Yunanistan'da, Serez'de doğmuş" diyorum.
Gözleri parlıyor:
"Benim de annem Serezli."Babasına gelince,
Edirne yakınlarında bir köyde doğmuş. 1922'de 10 yaşındayken göç etmişler. Asker olmuş Atina'da, orgeneralliğe kadar yükselmiş babası Edirne'ye, doğduğu köye ilk defa 1980'lerin başında gitmiş.
Köyün ihtiyarları çok iyi karşılamışlar onu. Hep
"Paşam!" diye hitap etmişler ona. Doğduğu eve götürmüşler, "Al, bu senin evin" demişler.
Çok duygulanmış...
Yunanlı bankacı, babasını duygulu bir içtenlikle anlattıktan sonra ekliyor:
"Bakın, Türkiye'yle Yunanistan birbirlerine, Avrupa Birliği'ne ve dostluğa mahkum... İlişkilerde iniş çıkışlar olabilir ama bu temel gerçek değişmez."
Paylaşıyorum bu görüşünü.
Ege'nin iki yakası birbirine yaklaşıyor. Yunanistan'la Türkiye iki uzak komşu olmaktan zamanla çıkacaklar.Uzak değil bu günler.
Herşeyden önce, Türk - Yunan dostluğunun oturabileceği tarihi, kültürel bir taban var. Kökler geçmişe uzanıyor. Elbette mazinin trajik sayfaları da var. Üstelik her iki taraf kendince yazıp okuyor bu trajik sayfaları...
Ama bunlar nihayet tarih!
Tarihin esiri olmanın, tarihten düşmanlık çıkarmanın kimseye yararı yok. Doğru olan, tarihin belleğini iyiye kullanmaktır. Halkların tarihi ve kültürel ortaklıklarını öne çıkarmaktır.
Atina'da geçirdiğim iki gün içinde dikkatimi çekti. Türkiye'yle dostluk artık kendine ciddi ve güçlü bir tabana oluşturmaya başlamış. Bu yalnız kendini
devlet politikası olarak belli etmiyor.
Türkiye'de iş ve yatırım yapmak isteyen, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya'da Türkiye'yle ekonomik işbirliğinden çıkarı olan Yunan iş dünyası da... Ege'de bela istemeyen, artık zenginleşen ve iyi yaşamak isteyen
Yunan orta sınıfı da... Her ikisi de ağırlıklarını
Türk dostluğu için koymaya başlamış durumdalar...
Türkiye'de de durum farklı değil.
Halktan halka...
Dostluk ve barış için hiç kuşkusuz
sirtaki, çiftetelli, uzo ve rakı ile
hatıralar ve kültürel ortaklıklar yetmez.
Ama sakın bunlar küçümsenmesin.
Bunları hafife almak, halktan halka ilişkilerin mayasını görmezlikten gelmek olur.
Evet, iki ülke arasında Kıbrıs'tan Ege'ye bazı temel sorunlar olduğu gibi duruyor. Doğru, bunları çözüm rayına oturtmadan dostluk ve barış kolay yakalanamaz. Psikolojik engeller, güvensizlik duvarları tümüyle aşılamaz.
Ama artık şuna inanıyorum:
İniş çıkışlar da yaşansa, arada bir ufak tefek yol kazaları da olsa, Ege'nin iki yakası birbirine yaklaşıyor.
Yazara E-Posta: h.cemal@milliyet.com.tr