Hükümetin hazırladığı
İş Güvencesi Yasa Tasarısı nedeniyle 'İşçi dostu, iş düşmanı kim?' tartışması gitgide kızışıyor. Geçen gün bu konuyla ilgili olarak yazdığım yazıda, tasarının aynen kabul edilmesi halinde doğabilecek sakıncalardan söz ederken üç noktaya dikkat çekmiştim:
(1) Uygulama güç olabilir.
(2) İşşizliği artırabilir.
(3) Kayıt dışı ekonomiyi büyütebilir.
İlk tepki DİSK'ten geldi.
Uzun adıyla Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun Genel Başkanı
Süleyman Çelebi önceki gün uzun bir açıklama gönderdi.
Geniş özeti şöyle:
"Türkiye'deki işletmelerin önemli bir bölümü kayıt dışında çalışıyor. Sadece tekstil sektöründe 3 milyon kayıt dışı çalışan olduğunu Tekstil İşverenleri Sendikası Genel Başkanı Halit Narin söylüyor. Kayıt içinde olanlar ise bu olumsuzluğu ortadan kaldırmak yerine, onlara özeniyorlar. Bu nedenle çalıştırdıkları işçileri yasal haklarını dahi ödememenin yollarını arıyorlar. İşten çıkarma bu amaçla kullanılan en önemli araçtır.
Bu araç öncelikle örgütlenmek isteyen işçilere karşı kullanılıyor. 0cak 1996 - Aralık 1999 tarihleri arasında DİSK'e bağlı sendikalara üye oldukları gerekçesiyle 46 bin işçi işten çıkarılmıştır.
İşten çıkarma sadece örgütlenmeye karşı bir tehdit olmaktan öteye bir uygulamaya dönüşmüştür. İşletmelerin mali durumunu iyileştiren önemli bir 'teknik' halinde gelmiş durumdadır. Bu 'teknik' işleyişin kavranması işverenlerin tutumunu anlamak bakımından yararlı olacaktır.
İşten çıkarma halinde yasaların çalışanlara tanıdığı en önemli haklar, ihbar ve kıdem tazminatlarıdır. Her iki tazminata hak kazanabilmek bakımından asgari bir çalışma süresinin doldurulması gerekir. Tazminat tutarlarının hesaplanmasında işçinin çalışma süresi esas alınır.
'Teknik' tam da bu noktada devreye giriyor. İşçiler tazminata hak kazanmalarına çok az kala işten çıkarılıyorlar. İşten çıkarılan işçi çoğu kez yeniden iş başı yaptırılıyor. Bütün bu işlemden işçinin haberi dahi olmuyor. Böylece kesin olarak çıkarılması söz konusu olduğu zaman, tazminat hakkı ortadan kalkıyor veya çok az bir miktara iniyor.
Kimi işletmeler bu uygulamayı SSK primlerini eksik ödemenin bir aracı olarak kullanıyor; işçilerine her ay giriş çıkış işlemi yaparak SSK'ya eksik prim gün bildiriliyor.
Ülkemizin büyük holdingleri bu tür uygulamalara doğrudan başvurmuyorlar. Ne var ki bu holdingler, yukarıdaki uygulamaları yapan işyerleriyle taşeron veya tedarikçi olarak çalışıyor; maliyetleri aşağı çekmek için yapılan bu uygulamaları kabulleniyor; hatta bilinçli olarak tercih ediyorlar.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan taslak 'iş aktinin feshinde haklı bir neden' ve bunun 'işveren tarafından ispatlanması' koşullarıyla, bu işleyişe engel olma potansiyeli taşıyor. Bu iki koşul, mahkeme kanalıyla işe iade hükmüyle birleşince kötü niyetli işverenin dilediğince işçi çıkarmasını sınırlıyor, haksız uygulamalarda işçiyi koruyor.
Büyüğüyle küçüğüyle tüm işverenlerin taslağa karşı çıkmalarının asıl nedeni budur. İşçiyi sendikasızlaştırmayı, en azından hangi sendikaya üye olacağına karışmayı alışkanlık haline getirenler bu küçük olumlu adımdan dahatsız oluyorlar.
DİSK olarak bu taslığı küçük bir adım olarak değerlendiriyoruz. Zira taslak bu haliyle, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün 158 sayılı Sözleşmesi'nde belirtilen koşulları sağlamaktan uzaktır.
Avrupa Birliği üyeliği tartışmalarının yapıldığı şu dönemde sosyal hakların görmezden gelinmesi düşünülemez. Türkiye sadece ekonomik birliğe katılmıyor. Bu birliğin sosyal ve siyasal çerçevesini de kabullenmek zorundadır."
DİSK böyle diyor.
Peki ya çare?
İşçi ve işveren temsilcilerinin bir masanın çevresine, mümkünse hükümetle birlikte oturup bir uzlaşmaya varmalarından başka bir çare olabilir mi?
Çare,
'toplumsal uzlaşma'dan geçer!
Yazara E-Posta: h.cemal@milliyet.com.tr