MESLEĞİN ilk yıllarında Babıali'nin "Reşid Halid Gönç Bey"i vardı. Güngörmüş, yabancı dil bilen, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, okumuş ve sonra akıl alamayacak kadar bir yoksulluk içinde Babıali'ye düşmüştü. Yatacak yeri dahi yoktu. Tan ve Hergün gazetelerinin arşivlerinde yatar kalkar, patronlar da arşiv memurluğunun ücretini, yatak parasıyla takas ederlerdi!
Reşid Halid Bey'in tek bir merakı vardı, elinde bir karton parçası, herkesin peşinde koşar, "Lütfen efendim, şuraya bir fotoğrafınızı yapıştırıp, altına da bana ithafen bir iki satır lütfeder misiniz?" diye adeta yalvarırdı.
* * *
BU kartonlar Reşid Halid Bey'in vefatından sonra Gazeteciler Cemiyeti tarafından "Babıali'nin Hatıra Defteri" diye yayınlandı, içende kimler yoktu ki ve neler yazmışlardı?
Mesela Umur Talu'nun dedesi Ercüment Ekrem Talu'nun yazdıkları:
"Kardeşim Reşid Halid'e muhabbetle,
Yazı ve resim toplamaktansa, para toplamak daha iyi... Hatta aklını başına toplamak hepsine müraccahtır."
* * *
ÜSTAD, Reşid Halid Bey'e, yazı ve resim toplayacağına, para toplasan daha iyi olur, hatta aklını başına toplamak hepsine tercih edilir, diyor.
* * *
NEREDEN aklımıza geldi bu?
Süleyman Ekim'in başına gelenleri öğrenince...
Süleyman Ekim, hem öğretmen, hem yazar, babasından Bolvadin'de bir dükkan miras kaldı, kitap meraklısı olduğu için kitaplarını koyacak ve kitap yazacak bir yer arıyordu, bu dükkan işine yarardı, mahkemeye başvurup, kiracının çıkmasını istedi:
"Büroma daktilo, faks, telefon koyacağım. Yayınladığım kitaplar çoğaldıkça yer sıkıntım artmaktadır. Pek çok yazar, gazeteci, yayıncı beni aramaktadır. Onlarla iletişim kurmak zorundayım. Sanat üzerine görüşmek isteyen yurttaşlar için adres gereklidir. Her okuru, her derdini dökmek isteyeni evimde konuk edemem.
Evim yetmediğinden kimi yapıtları yakınlarımın evine koydum.
Öğretmenlerin yazarlık yapması yasak olmadığına göre, yazarlıklarını sürdürecekleri yere sahip olmaları da yasak olmamalıdır."
* * *
EKİM, mizah ve hikaye yazarı Muzaffer İzgü'nün mütalaasını da mahkemeye sundu. Memleketimizin önemli hukukcuları nasıl Tayyip Erdoğan için bila bedel ilmi mütalaa vermişlerse, Muzaffer İzgü de onun için vermiş ve şöyle demişti:
"Babandan sana kalan dükkanın senin için iyi çalışma yeri olabilir, yani büro. Aslında olması da gerekir. Yazar oradan daha iyi gözler insanları. Benim çok işime yaradı. Darısı sana. Biz, Gunder Gras gibi Hindistan yakınlarında özel satın alınmış bir ada istemiyoruz. Bir dükkancık istiyoruz, o kadar."
* * *
VE yerel mahkeme Süleyman Ekim'in isteğini kabul etti, tahliye kararı verdi.
Oysa Yargıtay öyle düşünmüyordu, kararı bozdu:
"Olayda davacı yazar olduğundan kiralananı işyeri gibi kullanacağına göre bu ihtiyacın zorunlu olduğu kabul edilemez. Bunun için bir başka taşınmaza ihtiyaç olduğu söylenemeyeceği gibi, gerçekte iddiada belirtilen ihtiyacın yasanın amaçlandığı işyeri ihtiyacı niteliğinde olmadığı da ortadadır..."
Mahkeme de Yargıtay'ın kararına uydu, tahliye davası reddedildi. Süleyman Ekim de, yazdığı, yazacağı ve okuduğu kitaplarla ortada kaldı.
* * *
YALNIZ bu Yargıtay kararının sevindirici bir yanı da var, Süleyman Ekim'i yazar olarak kabul ediyor... Yıllar önce Sait Faik pasaport çıkartırken meslek hanesine yazacak bir sıfat bulamamışlardı, buna da şükür.
İkincisi, Yargıtay, yazarın böyle bir dükkana ihtiyacı yoktur, diyor. O da yazarlıktan vazgeçip, mesela, leblebici dükkanı açacağım dese, ihtiyaç zorunlu hale gelir, tahliye kararı çıkar.
Ama o tutturmuş "Kitaptan Boşanıyorum - Kitap Okurken Vurun Beni" diye kitaplar yazıp, duruyor ve kitap alıp, topluyor.
Şimdi Ercüment Ekrem Talu'yu niçin andığımızı anladınız mı?
Süleyman Ekim de, kitap toplayacağına para toplasaymış, ya da aklını başına toplasaymış, daha iyi olurmuş...
Yazara E-Posta: H.Pulur@milliyet.com.tr