Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


5 Kasım sabahı AKP’nin tek başına iktidar olacağı belli oldu. 16 Kasım’da da Abdullah Gül kabineyi kurmakla görevlendirildi. O tarihten bu yana neredeyse tam dört ay geçti. Güvenoyu alınalı da 100 günden fazla. Elbette 100 gün bir iktidarı yargılamak için yeterli bir süre değil. Ama bir iktidar nasıl başlarsa öyle gider.
Doğrusu, bu hükümet kuruluşundan bu yana zorluklarla karşılaştı. Önce AKP lideri başbakan olamadı. Sonra devletin çeşitli kesimlerindeki rahatsızlıkların giderilmesi için uğraşıldı. Ancak ne yazık ki, Meclis Başkanı Arınç bu uğraşıları boşa çıkararak kaygıları artırdı. Öte yandan AKP hükümeti kurulur kurulmaz Kopenhag zirvesini kucağında buldu. Bu, Türkiye’nin AB’ye tam üye olması için son fırsattı. Hükümet apar topar, tam saha pres uygulayarak sonuç almaya çalıştı. Bir ölçüde de başarılı oldu. Ama AB kapısı tam olarak açılmadı.

Zorluklarla karşılaşıldı ama...
Bu arada ekonomik sorunlar dağ gibi yığılmış bekliyordu. Bütçe hazırlanmamıştı. Hükümetin ne yapacağı konusunda kaygılar sürüyordu. Gerçi yetkililer programa sadık kalacaklarını ifade ediyorlardı, ama bunlar güvensizliği kaldırmıyordu. Çünkü, ilk haftalarda verdikleri popülist demeçler aksini gösteriyordu.
100 gün önce kur belki biraz daha yüksekti, ama faiz daha düşük bir düzeydeydi. Borsa bir hamle yapmayı denemiş ama başarılı olamamıştı. Kısacası o günden bugüne iyileşen pek bir şey olmadığı anlaşılıyor. Ancak bu olumsuz tablo sadece bir savaşın eşiğinde olmamıza bağlanamaz. Bu aynı zamanda ekonomik programa uyum konusundaki güvensizlikten kaynaklanıyor.
Nedeni ise gayet basit. Seçimlerden önce borç yönetimi konusunda çelişen açıklamalar yapıldı. Tayyip Erdoğan "borcun ötelenmesi"nden bahsederken, Ali Babacan inkar etti. Daha sonra özelleştirme konusunda hayali ve birbiriyle çelişik açıklamalar yapıldı. Kafalar büsbütün karıştı. Ve nihayet programın en can alıcı noktası olan faiz - dışı fazla konusu tartışıldı. Kamu harcamalarının artacağı izlenimi verildi. Yetmedi, ne gelir tarafı, ne de gider tarafı gerçekçi olan bir bütçe ortaya çıktı.

Ne yapılabilir?
Şimdi hükümet bir yol ayrımında. Ya ikinci kez tezkereyi Meclis’e göndererek ABD’den yardım alarak ekonomiyi yönetecek. Ya da bütün bu olumsuz koşullarda dağ gibi kamu borcuyla mücadele edecek. Birincisinde siyasi risk var. İkincisi de kanserli yaşamak gibi bir şey. Eh, kolay değil tabii. Devlet yönetmek yollarda şiir okumaya benzemiyor.
100 günlük bilanço zorlukla dolu olsa da, ortada somut bir başarı görünmüyor. Bir başka deyimle, hükümet çok borçlu bir şirketi devralsa da, devraldığından bu yana da şirketi daha iyi bir noktaya götürmemiş görünüyor.
Umarız, Tayyip Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı yeni kabine hızla bazı önlemleri yürürlüğe koyar. Kamu maliyesindeki disipline çok önem verir. Hükümetin önünde iki tehlike var; biri bürokrasiyi sarsacak tasarruflar, diğeri de reformlar. Hükümet ikincisine cesaret ederken, birincisinden ise sakınmalı. Bankacılık alanında, tarımda ve sosyal güvenlikte alınması gereken birçok önlem bekliyor.
100 gün akıp geçiverdi. Sonunda beş yıl da geçip gidecektir. 100 günde sağlanamayan güvenin şimdi sağlanması daha zor. Ancak hala zaman çok.