Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Cuma günü gayri safi milli hasılanın 2001 yılına ait ikinci çeyrek rakamları açıklanınca birçok kişi dehşete düştü. Cumartesi günü manşetlere baktığımızda sanki evin içinde canavar görmüş çocuk gibi feryat vardı. Nisan - haziran 2001 döneminde geçen yılın aynı dönemine göre milli gelir yüzde 11,8 düşmüştü. Bu gerçekten müthiş bir daralma anlamına geliyordu.
Ekonomi yönetimi yıl sonunda yüzde 5,5’lik bir daralma tahmin ediyorsa, bizim simülasyonumuza göre, bu, ikinci çeyrek için yüzde 8,5 civarında bir küçülme beklendiği anlamına gelir. Yani yüzde 3’lük bir yanılma durumu var. Biz ise bu dönem için yüzde 9’u aşan bir daralma bekliyorduk. Ama bu son veri bizim tahminimizi bile yüzde 2’den fazla aşıyor. Anlaşılan krizin hummalı ortamı mayısta aşılma izlenimi verse de, daha sonra yaşanan TELEKOM krizi işleri berbat etmiş ve artan faizle yükselen döviz kuru krizi büsbütün derinleştirmiş.
Üretim önemli. Çünkü üretimde artış sağlanmadan krizden çıkılması da düşünülemez. Krizden çıkışın evreleri şöyle sıralanabilir:
• Fiyatlarda durgunluk veya indirimlerin başlaması
• Stoklarda azalış
• Talepteki daralmanın durulması
• Mali piyasalarda istikrarın elde edilişi: Faizlerde düşüşün sağlanması
• Talebin canlanması
• Kapasite kullanım oranlarında artış/üretimin canlanması
• Kapasitenin düzeyinin artması, yatırım
Açıkçası bu evrelerden ilkinde bulunuyoruz. Stoklarda herhangi bir azalış olduğu kanısında değiliz. Faizler düşmeye başlasa da, mali piyasalarda istikrara epeyce yolumuz var. Kapasite kullanım oranlarına gelince; son üç aydır (son veri hazirana ait) her ay öncekine göre yükseliş görülse de, geçen yıla göre çok gerilerdeyiz. Bu şu demek: Her geçen gün işler biraz daha düzelse de, krizden henüz çıkmadık.
Gerçi her üretim artışı da krizden kökten kurtuluş anlamına gelmiyor. 1988’deki mali serbestleşme sonrasında zaman zaman yüksek büyüme hızları yaşansa da, bunlar "sürdürülebilir büyüme yapısını" göstermiyor, yani kalıcı olamıyordu. Çünkü bunlar tüketim artışıyla elde ediliyordu. Oysa malum; kalıcı büyüme için yatırım gerekiyor. Bu nedenle yatırım düzeyine bakmakta yarar bulunuyor..
Son verilere göre, geçen yıl gayri safi sabit sermaye oluşumu ilk çeyrekte yüzde 20 artarken, bu yıl ilk çeyrekte yüzde 12’ye yakın daralma gösteriyor. Asıl vahim olanı ise ikinci çeyrekte gözleniyor; geçen yıl yatırımlar yüzde 13 artarken, bu yıl tam yüzde 32 küçülmüş! Bu ithalatta da gözleniyor. özellikle yatırım malları ithalatında yüzde 30’u aşan daralma var. Bu gelişme gayet doğal. Çünkü böylesi bir ortamda kim yatırımını artırır ki? Herkes beklemeye girdi. Yahut da yatırımına ara verdi.

Bizi asıl şaşırtan gelişme ise, tarımdaki tatsız durum. Bazı yıllar sanayi kesimi çok olumsuz bir konjonktüre girdiğinde tarım imdada yetişirdi. Örneğin 1998’de. Oysa bu yıl tarım da havlu atmış görünüyor. Üstelik tarım geçen yıl da pek parlak durumda değildi.
Yıl sonu küçülme tahminlerimizi gözden geçimekten usandık. İtiraf edelim; ekonomi yönetimi yüzde 3’lük daralma beklerken, biz daha da iyimserdik. Sonra işler tersine döndü. Yüzde 5,5 dediklerinde, tahminimizi yüzde 6’lık daralmaya çekmiştik. Şimdi ise hayli kaygılıyız: Daralma yüzde 6’yı aşacak görünüyor. Bu nedenle üretimle ilgili önlem alınması zorunluluğu ortaya çıkıyor.
Geçenlerde Keynezyen önlemlerden bahsettik. Yani talebin bütçe politikalarıyla canlandırılmasından. Bazı gazete yazarları bunu izlediler. Tabii burada enflasyon kaygısının olmaması, iç borcun kolayca çevrilmesi ve faizlerin düşmeye başlaması gerekiyor. Sıkı maliye politikası borç tuzağında olan bir ülke için son derece önemli olsa da, bu politika "krizden çıkış sürecinde" büyüme üzerinde destekleyici bir etki yaratmayıp aksine bütçe dengesini sarsabilir. Ortaya attığımız bu öneriye önümüzdeki yazılarda açıklık getireceğiz. Ancak unutmayalım; Keynezyen politikaların asıl amacı, hem ulusal geliri artırmak, hem de nominal faizler aracılığıyla, reel faizleri düşürmektir. Bu doğrultudaki her adım, kalıcı büyüme sağlayacağından desteklenmelidir. Aksi takdirde, mali serbestleşme varken faizleri yükseltecek her türlü politika 1988 sonrası yapılan hatalara ve sıcak paranın yine alıp götürebileceği milyarlarca dolara mal olabilir. Bundan da sakınmalıyız.

Bir süredir Merkez Bankası’na (MB) döviz kurlarına yeterli ve düzenli biçimde müdahale edemediği için eleştiriler yağıyor. Hatta kimileri "MB bosta korkuluğu mu" diye başlık attı. Oysa son iki haftadır MB kura hiç müdahale etmedi ve kur yine de yavaş yavaş düşüyor. Demek ki bostan korkuluğuna değil, kargaların yok edilmesine gereksinim var. Bu giderek daha iyi anlaşılıyor.
MB kura "düzenli" müdahale ettiği takdirde serbest kur rejimi kalmaz. MB serbest kur sisteminde ancak aşırı dalgalanmalar olduğunda müdahalede bulunur. Ve çok ciddi bir talep söz konusu ise müdahaleden kaçınır. Çünkü boş yere rezerv kaybedip başarısız olabilir.
Geçen yazımızda son beş ayda milyarlarca dolarlık talebin piyasalarca karşılandığını yazdık. MB devalüasyonun ertesi günü kur 1.000.000 TL’ye gelince, bu aşırı zıplamayı (overshooting) kesmek ve kuru yeniden 800-850.000 aralığına çekebilmek için çok uğraşmış, yani bol bol döviz satmıştı. Ancak talep hayli güçlüydü ve MB döviz satarak kuru durdurmanın mümkün olmadığını anlayınca, piyasalardan çekildi. Ancak o arada 4 milyar dolara yakın rezerv yitirdi. (Bu durum yukarıdaki grafikte görülmekte. Okla MB’nin rezerv kaybı gösteriliyor.)
Birçok kişi ve kurum şunu savunuyor: Acaba kur belli bir noktada dengeye otursa ve o kurdan alım satım ilerleseydi, daha iyi olmaz mıydı? Öncelikle, bankaların ve kurumların yirmi milyar doları aşan döviz açık pozisyonundan sonra, bunun pek mümkün olmadığı aşikâr. Yani talep bugüne değin arzdan çok daha fazlaydı. Çünkü herkes birkaç ay içinde döviz yükümlülüklerini kapatma kararı aldı.
Son olarak; IMF’nin koşutu olan verdiği dövizin ihaleyle satılması, böylece kura müdahale edilmemesi ise ters tepti. IMF eski Başkan Yardımcısı Fischer’e de meşhur kahvaltı sonrası söylediğimiz gibi bu uygulama hakkında kaygılarımız var.. Bu ihaleleri MB piyasalarda talep gördüğünde gerçekleştiriliyor. Yani piyasayı doyuruyor. Piyasalar ise ihaleleri müdahale olarak algılıyor ve sonrası kur düşmediğinde başarısızlık olarak niteliyor. Bu algılama asimetrisi de kuru yapay biçimde daha yukarı itiyor.
Sonuç: MB birçok şey biliyor ve yapıyor. Elbette zaman zaman hata da yapıyor. Ancak bu hatalar dolduruşa gelip yazılandan daha az.