Cumhurbaşkanı Sezer'in kısmen veto ettiği bankalarla ilgili yasa tasarısı iki parçadan oluşuyordu. İlk parçası bankalara sermaye desteği, ikinci kısmı da kamu bankalarında vadesi dolmuş kredilerin yeniden yapılandırılabilmesi için yöneticilere "görev sürelerince" belli güvenceler verilmesiydi. Ayrıca çalışanların özel hukuka uygun biçimde çalışması sağlanıyordu. Cumhurbaşkanı sadece ilk kısmı onayladı.
Oysa kamuoyunda en fazla tartışılan konu ilkiydi. Bankacılık sektörünün sermayesini tümüyle yitirdiğini Cumhurbaşkanı anlamış olmalı. Ancak kamu bankalarının rehabilitasyonu ile zordaki kredilerin uzatılmasına pek aklı yatmamış.
Şimdi kamu bankaları yönetiminin önünde iki seçenek var: Ya kredileri ödettirecek ya da istifa edecek. Tabii bir başka çare de hükümetin tasarısına sahip çıkması, Meclis'te yeniden onaylatması ve aynı biçimiyle Cumhurbaşkanı'na geri göndermesi. IMF tarafına gelince; kamu personelinin özel hukuka geçirilmesine veto gelmesi IMF'nin canını sıkacağına hiç kuşku yok.
Ülkeler mali krize girdiğinde ilk önce bankacılık sektörü tökezler. Önlem alınmazsa çöküntü yoğunlaşır. Reel sektöre yansır. Mali sektöre yardım ne kadar çabuk yapılırsa reel sektörün yaraları da o kadar çabuk iyileşir.
Bu krizde bankacılık sektörü ağır hasar gördü. Kabahatin bir kısmı kendisinden, bir kısmı devletten, bir kısmı da ekonomik gelişmelerden kaynaklandı. Mevcut boyutlarıyla para kazanamayan bankalar aşırı riskler aldılar. Ya açık pozisyonla (yani devalüasyonda sınırlı gelişmeye güvenerek net döviz borçlu olarak) ya da faiz riski alarak (yani uzun vadede faizlerin düşeceği varsayımıyla bonolarla) para kazanmaya çalıştılar.
Devlet bu arada bankaları hakkıyla denetlemedi. Banların üstüne gidilmedi. Gidildiğinde ise banka sahipleri ayağa kalktı. Denetleyici raporlar rafları süsledi. Devlet kendi borçlanma senetlerini bankaların burnuna dayayınca, bankalar da yüksek faiz istediler. Tatlı kar, tatlı rüyalar! Sonrası malum. Krizle birlikte bankalar çöktü. Tabii ekonomik konjonktür de katkıda bulundu. Verilen krediler toparlanamaz hale geldi. Özetle bankalar her taraftan darbe yediler. Şimdi de banka düşmanlığı başladı. Böylece reel sektör dostluğu yapıldığı sanılıyor. Komik ve alaturka bir durum tabii. Oysa iki sektör birbiriyle bir bütündür.
Sermayesini hemen hemen tamamıyla yitiren bankacılık sektörü şimdi nasıl para kazanacak? Bankalarımızın tüm aktifleri Almanya'daki ikinci büyük banka kadar bile etmiyor. Yani bizdeki bankacılık gayet güdük. Bu boyutlarda operasyonel (yani maaş, kira gibi cari) masrafları karşılamak pek mümkün değil. Bir an önce büyümek için tek koşul olarak birleşme kalıyor. Bu konuda Doğuş Grubu'nun üç bankasını birleştirmesinden sonra, İş Bankası'nın da ortak olduğu iki bankayı birleştirmesi olumlu adımlar. Ama bunların arkasının gelmesi gerekiyor.
Yeni yasayla bu kolaylaştırılabilirdi. Büyüklere yardım sözü verilseydi, küçükler birleşirdi. Olmadı. Bir başka yöntem ise mevduat sigortasına yeniden sınır getirilmesi. Bir takvim açıklanmasında büyük yarar bulunuyor. Yoksa huylu huyundan vazgeçmez, bankalar yine aşırı risk alabilirler.