Yıllardır bol bol borç yaratıyoruz. Ve bir türlü kaynaksız harcama güdüsünden kurtulamıyoruz. Oysa ekonomide kimseyi sıkıntıya sokmadan refahın artması mümkün değil. Harcanan her kuruş bugün olmazsa yarın ödenecek. Biz ödemezsek, çocuklarımız ödeyecek. Hem de faiziyle.
Borcun temeli elbette artan kamu açığı. DYP lideri Tansu Çiller de kamu açığının son birkaç yılda arttığını savunuyor. Gerçekten Asya krizinden sonra yurtiçinde döviz kurunu kontrol etmek için faizlerin yukarı doğru esnemesi borcun inanılmaz boyutlara tırmanmasına neden oldu. Son krizlerle de borç katlandı. Ancak unutmayalım, son krizde hem büyüyen kamu bankalarının görev zararları iç borca eklendi, hem de daha önce yaratılmış olan görev zararları. Yani Çiller’in ve ortaklarının yarattığı gizli kamu açıkları şeffaflaştı.
Şimdi Çiller almış eline bilgisayarını bol bol grafik gösteriyor. Oysa artık Çiller’in popülist politikalarını bilmeyen yok. Bol kepçe popülist söylemi kullanan Kırat’ın dişi süvarisi yine eski günleri anımsatıyor; "kim ne verirse ondan beş fazlasını ben veririm". Oysa bizi batıran anlayış da bu.
Yanlış anlaşılmasın; siyasetçilerin her vaadini biz popülizm olarak algılamıyoruz. Elbette siyasi partiler iktidara geldiklerinde farklı bütçe politikaları uygulayacaklar. Kimisi sağlık ve eğitime çok para ayıracak, kimisi altyapı yatırımlarına, kimisi de vergileri artırıp sosyal adaleti arayacak. Ancak doğru olmayan; aşırı borçlu bir yapıda ve enflasyon çok yüksekken borcu artırıcı davranışlar.
Şu anda iç borcun telafisi yönünde ciddi bir çaba gösteriliyor. Tıpkı kredi borcu yüklü bir şirket gibi. Kredi borcu olan bir şirket önce sahip olduğu malları elden çıkarır. Bununla, fiyatına bakmaksızın, borcunu azaltmaya çalışır. Bu; devlet için özelleştirmedir. Sonra şirketi büyütmeye çalışır, ki borcun şirket cirosu içindeki yükü küçülsün. Devlet için bu büyüme hızını artırmaktır. Ve bu büyüme mutlaka karlılık artışı sağlamalıdır. Devlet kar etmez, ama o da harcamalarını kısarak, veya ek vergiler salarak, gelir fazlası yaratabilir. Buna "faiz - dışı fazla" diyoruz. Böylece devlet net olarak borç ödemeye başlar. Nihayet borcun büyüme hızına fren yapılmalıdır. Faiz yüksek olursa borç kartopu gibi büyür. Tıpkı kredi borçlularının önceden banka ile oturup faiz konusunda anlaşma yapması gibi. Bu son derece önemlidir.
Hazine bu dördünün birden gelişmesini arzuluyor. Ancak özelleştirme kendisine bağlı değil. İşler de pek parlak değil. Hele hele Irak’a müdahale olursa, işler büsbütün sarpa saracak. Reel faizler yüksek. Bir de üstüne Irak müdahalesinin ekonomik canlanmayı olumsuz etkileyeceğini hesaplarsak, elimize bir tek "faiz - dışı fazla" kalıyor. O konu da kamu maliyesindeki disipline bağlı. Son zamanlarda ise bu konuda gevşemeler gözleniyor. Artık hedeflerin tutturulması için yamama yöntemleri ele alınır oldu.
İşte bütün bunlar bizi tedirgin ediyor. Çünkü, bir yandan popülizm seçim malzemesi olmaya başladı, diğer yandan da hükümet seçim yatırımları yapmaya başladı. Kısacası, mali dengeler tehdit ediliyor.