Bu gelişimi aslında son yıllarda TüSiAD bir örgüt olarak yansıtmaya çalışıyor. Elbette bu yaklaşım küreselleşme karşısında emeğin haklarını arama çabasında değil. Olması da gerekmiyor. (O sosyal demokratların siyasal görevi) Ama küreselleşmenin getirmesi gereken siyasal değişimi TüSiAD kendi çapında zorluyor. Garih, yaşamında siyasetle ortağı Alaton kadar ilgilenmedi. Ancak işadamının başarılı olabilmesi için gerekenleri gençlere aktarmaya çalıştı. Nasıl yetişmeliler, nasıl davranmalılar? Eğitime ve kurumsallaşmaya çok önem verdi. Kalkınmanın, zenginliğin ancak eğitimle aşılabileceğini gösterdi. Kurumsallaşmanın ve profesyonelleşmenin şirketlerin kalıcılığında önemini anladı, anlattı. ülkeye büyük bir servet kazandırdı. Hiç kuşku yok ki, kazandırdığı en büyük servet arkasında bıraktığı maddi servet değil, gençlerin ayağına giderek aktardığı bilgi ve deneyimidir. Toprağı bol olsun! Garihle iki kez beraber oldum. ilki belki on yıl önce Marmara üniversitesinin düzenlediği bir panelde. ikincisi de geçenlerde Milliyet gazetesinin düzenlediği panelde. Garih bu kez dinleyiciydi. çıkarken ülkemiz için iyimser olduğunu açıklamıştı. üzeyir Garihin öldürülmesi, hiç kuşku yok ki, ülkemizde iş alemi için önemli bir kayıp oldu. 1990lı yıllarda Türkiyede işadamları arasında ekonomik sorunlara eğilmenin yanı sıra, sosyal ve siyasal konularla ilgilenme eğilimi ortaya çıktı. Kapitalizmin ilkel gelişme sürecindeki benmerkezci (egosantrik) eğilim, gelişme sağlandıkça yerini "uygarlaşan işadamı"na bırakır. Kapitalistin eğilim ve ilgisi toplumsallaşır. işte son yıllardaki ülkemizde de gözlenen bu gelişme son derece umut verici. Garih de bu uygarlaşma sürecini gösteren öncü işadamlarından biriydi. İki düşündürücü gelişme Ekonomide en önemli hedef hiç kuşkusuz sürekli büyümedir. Ekonomisi büyümüş, ülkesi kalkınmış toplumların paylaşım sorunu da azalır. çünkü tatmin artar. Kaldı ki, kalkınmamış ülkenin nesi paylaşılabilir ki?.. Mevcut program, yaz sonunda, en geç sonbaharda, canlanma öngörüyordu. Bu canlanma da reel faizlerdeki düşüşle sağlanacaktı. Malum, reel faizler iki yolla düşebilir; ya nominal faizler düşer, ya da enflasyon yükselir. Programa göre devalüasyondan bir süre sonra enflasyon düşme eğilimine gireceğinden, asıl gelişme nominal faizlerde olacaktı. Oysa Telekom krizi bu gelişmeyi tersine çevirdi. Faizler ve döviz kuru yeniden yükselmeye başladı. Reel sektör de haliyle bundan çok olumsuz etkilendi. İhracatta duraklama oldu Devalüasyonun ardından ihracatın hemen artması beklenemez. Yeni satışların olabilmesi için pazarlama ve anlaşmalar gerekir. Buna rağmen şubat devalüasyonunun hemen ertesinde ihracat performansımızda önemli artışlar oldu. Bu da bizi umutlandırdı. Ancak son veriler kaygı veriyor. Aslında mart ve nisan ayındaki ihracat gelişmeleri stoklardan karşılanır. Ancak daha sonra üretimi artırmak, hatta ek kapasite ve finansman gerekir. Bazıları ihracattaki patlamanın yaşanmamasına, finansman sorununun sıkıntı verdiği savunuyor.Yukarıdaki grafiğe dikkat edilirse en son haziran ayına kadar olan ihracat rakamları var. Ocak ayı itibariyle hemen hemen her ay artan ihracat, birden bire en son haziran ayında bir önceki aya göre düşüş gösteriyor. Gerçi önceki yılın aynı ayına göre bu bir artış anlamına gelse de, açık bir yavaşlama da gözleniyor. Akademisyen arkadaşlarımız bir aylık bir gelişmeden olumsuz (veya olumlu) bir sonuç çıkartmama konusunda bizi uyarabilirler. Ancak biz bu gelişmenin düşündürücü olduğu ve temmuzda da benzer bir gelişmenin tekrar etmesi durumunda ihracata dayalı bir büyüme olasılığının 2002 yılına sarkacağı kanısını taşıyoruz. Bir süre ihracatı izlemekte yarar var. Ama kalıcı gelişme kurlarla değil, serbest kur rejiminde sürekli büyüme sağlayarak olur. Türkiye bu rejime girdiğinde bir süre sıkıntı çekebilir. Ama uzun vadede (eğer enflasyonla mücadele de elden bırakılmazsa) farklı bir ekonomik modele oturmuş olacak. Devalüasyon bir ülkenin ihracatında rekabetçi gücü artırır. ihracattaki gelişme hızlı olur, reel ekonomi çabuk canlanırsa, sorunlar yerini kökten çözümlere bırakır. Ancak devalüasyona rağmen bu gelişme olmazsa işler kötü demektir. üstelik özellikle para ikamesinin (dolarizasyonun) arttığı ülkelerde, çok sancı verebilir. Üretimde de benzer kaygı var Bununla beraber temmuz ayındaki gelişmeler bir sonuca varmak için yeterli olmayabilir. Sağlıklı analiz yapabilmek için ağustos ayını da görmekte yarar bulunuyor. Kaldı ki, son üç aydır kamu kesiminin öncülüğünü yaptığı kapasite kullanım oranlarında bir kıpırdanma gözleniyor. özel kesimde de, geçen yıla göre daha düşük kullanımlar geçerli olsa bile, son üç aydır her ay artış gözleniyor. Reel faizlerdeki aşırı yükselme ve devalüasyon nisan ayına dek üretimde ciddi düşüşlere neden oldu. Ancak nisan ayında gerek döviz kurunun düşmesi, gerekse nominal faizlerdeki düşüşlerle üretimdeki daralmada bir geriye dönüş gözlenmişti. Bu gelişme sağdaki yukarı giden okla da gösterildiği gibi süreceği ve yılın son çeyreğinde pozitif büyüme elde edileceği planlanıyordu. Oysa Mayıs ayındaki Telekom krizi faiz ve kuru zıplatıı. Ve Haziran ayının imalat sanayi üretim endeksine bu durum yansıdı. şimdi temmuz ayı çok önem taşıyor. Eğer oku sağlar bir gelişme temmuz verilerinde de gözlenmezse bu yılın küçülmesi çok acı veren bir düzeye ulaşmış olacak Reel faizlerde durum Cuma akşamı kamu bankalarının elinde bulunan ve kasım ayında faizleri ödenecek kağıtların vadeli değiştirilerek faiz ödemelerinin erteleneceği ve bunun 900 trilyonluk bir kolaylık sağlayacağı açıklandı. Anlaşılan sendromun piyasalardaki olumsuz havasını dağıtmak için Hazine bir önlem almak istedi. Bu kasım sendromunu "kısmen de olsa" ortadan kaldırıyor. Ortada çıkan bu rahatlama şimdiye kadar Hazinenin iç borcunun kamuya olan kısmının sık sık konsolide etmesiyle kazanıldı. Ancak beraberinde şu da akla geliyor: kamu bankalarına daha birkaç ay önce verilen kağıtların tertiplerinin değiştirilmesi Hazinenin bu yılı daha önce daha rahat geçireceğini planladığı, ancak farklı gelişmeler nedeniyle sık sık yeniden yapılandırmak zorunda kaldığını gösteriyor.Yandaki grafikte yılbaşından bu yana satılan Hazine bonolarının ihalelerinde oluşan faizlerin, itfasına kadar (vadesi kadar) oluşan enflasyondan indirgenmiş hali, yani reel faizin yıllık bileşiği verilmektedir. Biz yıl sonuna kadar bir enflasyon tahmini yaptık ve gördük ki, oluşan bu faizler gerçekten astronomiktir. şubata dek reel olarak negatif faiz ödeyen Hazine, devalüasyon sonrası yüzde 40lar düzeyinde faizle başlamış, sonra olumlu hava ile mayısta yüzde 20lere kadar düşmüş, ancak TELEKOM krizi ile yeniden yüzde 40lara tırmanmıştır. Böylesi bir dönemde, bu nedenle dövize endeksli, dövizli ve diğer daha düşük maliyetli borçlanmalar gerçekten Hazine açısından yararlı olmuştur. hursit@marun.edu.tr Aylardır yurtdışında ve yurtiçinde iç borcun dönemeyeceği üzerine raporlar yazıldı, durdu. ilk iddia ağustos ayının büyük itfasında yetersiz taleple karşılaşılacağı ve iç borcun çevrilemeyeceğiydi. Sonra iç borcun çevrilse bile bırakılan likiditenin dövize gideceği, borçlanmanın yine becerilemeyeceği üzerineydi. Daha sonra, tüm bunların gerçekleşme olasılığının bulunmaması halinde bile, reel faizlerin düşmemesi nedeniyle programın, daha doğrusu iç borcun, sürdürülemeyeceği üzerine söylentiler gelişti. IMF de bu gelişmeye destek vermedi, değil. Nihayet son haftalarda bir kasım sendromu işleniyordu. Kasımda itfa yüksek, Hazinenin barutu ise malum daha azdı.