Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Reel sektörün sorunlarına bankaların eşgüdüm içinde yaklaşımını sağlayan Londra yaklaşımı geçtiğimiz günlerde Odalar Birliği tarafından açıklandı. Böylece zordaki şirketlerin yeniden yapılandırılmasına girişilecek. Ancak bundan önce başka da adımlar gerekiyor:
* Yasal ve mali sistemlerin işlevsel hale getirilmesi,
* Yargı sisteminde etkinlik,
* İflas ve tasfiye yasalarında etkinliğin sağlanması,
* Birleşme ve satın alma uygulamalarının yaygınlaşması,
* Ticaret yasasının gelişmiş düzeyde olması, başlıcaları...
Londra yaklaşımı bu varsayımlara dayanıyor. Anlaşılan daha çok yolumuz var. 1970'li yıllarda İngiltere Merkez Bankası tarafından uygulanmaya başlayan bu sistem iki önemli özelliği hep korumuştur: Birincisi, yeniden yapılandırmayla ilgili belli ilkelerin konulması; ancak (ikincisi) bunların bağlayıcı nitelik taşımaması.
Londra yaklaşımı üçlü bir hedefi taşıyor; ilki, kriz nedeniyle batık hale düşmüş özel kurumların iflastan kurtarılması; ikincisi, bankaların olası zararlarının ortadan kaldırılması; ve üçüncüsü, kalanlara belli bir mali destek verilmesi... Biraz açıklarsak; elbette kredinin tahsil edilebilir hale gelmesi bankalara da yarıyor.
Londra yaklaşımı gelişmekte olan ülkelerde de uygulandı. Özellikle 1997 Uzakdoğu mali krizindeki devalüasyonların ağır hasarı sonucu Endonezya'da, Malezya'da, Güney Kore'de ve Tayland'da uygulandı. (Hemen hatırlatalım: Tayland'da "Bangkok Kuralları" deniyordu). Ancak bu ülkelerin çoğunda konuyla ilgili mali ve yasal deneyim gayet sınırlıydı. Kaldı ki, yargı sistemleri de yozlaşmış ve yetersiz bir haldeydi. Doğru dürüst iflas yasaları bile yoktu. Yavaş hareket edilse mesafe alınamayacak, acele edilse yasal yetersizlikler nedeniyle sonuç almak zorlaşacaktı. Doğrudan soruna yönelik çalışmalara gidildi. Yurtiçi ve dışı borçlar ayrı ayrı ele alındı. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi Kore daha çok yurtiçindeki borçlarla boğuşurken, Endonezya'da sorun eşit ağırlıktaydı.



Ancak Endonezya'da Londra kadar başarılı olunmadı. Eh, Jakarta da zaten Londra değil! Gerçi önemli gelişmeler sağlandı. Bir öncünün, yahut da aracının olması, borç verenle borçlu arasında (yahut verenler arasında) sözleşmenin sağlanması ve muhatabın teke düşmesi önemli kazanımlar sağladı.
Ancak bu yaklaşım iflasların etmenlerini ortadan kaldırmamakta. Dolayısıyla kötü yönetilen şirketler yine aynı duruma düşebilmekte. Diğer bir deyimle bu yöntem gripten korumamakta. Ancak grip olmuş bazı hastaların yataktan kalkmasını sağlamakta. Hasta bir daha grip olabilir mi? Elbette, çünkü gribin etmenleri hala sürüyor.
Tabii en doğrusu, yerinde ekonomik politikalarla böylesi durumlara düşmemek; yani yeniden yapılandırmanın engellerini ortadan kaldırılmak, iş çevresi ve kurumsal yönetişimi geliştirilmek, iç rekabet teşvik edilmek, değişim kültürü ve hissedarın değer maksimizasyonu yaratmak. Açıkçası kalıcı çözüm Londra yaklaşımda değil, doğru ekonomik politikalarla güçlü bir ekonomi yaratabilmekte.