Dünkü köşemizde 2002 maliye politikasında zorlanmaların gözlendiğini, 2003 yılı mali dengelerinde ise sıkıntıların gözüktüğünü yazdık. Bitirirken de, 2003 yılına girerken ekonominin dümeninde bulunmak istemezdik, dedik.
Sıkıntılar 2001 yılına kadar dayanıyor. Reel faizlerdeki süregelen aşırı yükseklik, izlenen politikayı zorluyor. Oysa enflasyon düşme eğilimi gösterdiğinde, uzun vadeli faizlerin kısa vadeli faizlerden düşük olması gerekir. Biz buna "faizlerdeki verim eğrisinin aşağı doğru olması" deriz. Verim eğrisi yukarı kalktı mı, enflasyonda gidişat olumsuz demektir. Krizden bu yana enflasyondaki düşme eğilimine rağmen, verim eğrisi hiç aşağı doğru sarkmadı. Hatta, Telekom krizinden bu yana uzun vadeli faizler daha yüksek oldu, demek daha doğru olur. Bunun nedeni ise büyük önem taşıyor.
Piyasalar hiçbir zaman hükümetin bu programı sonuna dek sürdüreceğine emin olamadı. Gerçi kriz sonrası Derviş’in Türkiye’ye gelmesiyle başlayan ikinci IMF programı önceleri piyasalarda ciddi destek gördü. Ama iyiden iyiye erozyona uğramış olan hükümetin kredibilitesi Telekom kriziyle büsbütün yok oldu. Piyasalar miyoplaştı. Vadeler kısaldı. Her an ya hükümet çöker, ya da program, diye hop oturuldu, hop kalkıldı. "Nasıl olsa Derviş dayanamaz, günün birinde çeker gider" fikri akılların bir köşesinde yerleşti.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda o krizde yaşanan gerginliğe değdi mi, bilemiyoruz. Kuşkusuz, IMF’nin atama konusunda haklı yönleri vardı. MHP’nin atamalardaki partizan tavrı çok yanlıştı. Ama programı zehirleyecek kadar gerginlik gereksizdi. Nitekim, aradan bir yıl geçtikten sonra şimdi karşımıza kamu maliyesinde ciddi bir bozukluklar çıktı. 2003 yılında Irak savaşı çıkmasa, hatta faizlerde istenen düşüş sağlansa bile, Hazine’nin hesaplarına göre en az 3.4 milyar dolarlık IMF desteğine gereksinim olacak. Yani bu yıl da IMF’ye avuç açacağız!
İstikrar programları güven ister. Mali krizlerin sonunda ise büyük kredibilite kayıpları olur. Buna rağmen istikrar programı uygulanmaya çalışılıyorsa, büyük duyarlılık ister. Uyum ve uzlaşma çok önemlidir. Tıpkı kaza geçirmiş hastaya yapılan ameliyatta büyük özen gerektiği gibi.
Özen gösterilmediği takdirde iktidarda bulunan siyasal partiler güç kaybeder. Yerine radikal unsurlar güç kazanır. Ülke sıkıntılı bir ortama girer. Latin Amerika buna benzer bir sürü örnekle doludur.
Geriye dönüp baktığımızda meslektaşlarımızın çoğunun iki hatadan birine düştüğünü görüyoruz. Kimisi kriz ortamında IMF’yi sopalayarak onun önerdiği paketi tümden reddetti. Kimi de politikacıları suçlayıp, IMF’yi korumaya çalıştı. Oysa her ikisi de yanlıştı. IMF girdiğimiz krizin önde gelen sorumlusuydu. Yardım etmeye de mecburdu. Öte yandan, hükümetin de korunması gerekiyordu. Nitekim, hükümetin saygınlığı iyiden iyiye yok olunca program yürümez hale geldi.
İlginçtir, ülkemizde 2001 mali krizinden IMF değil, hükümet sorumlu tutuluyor. Daha da garibi bazı siyasetçiler krizi yolsuzluklara bağlıyor. Elimizi vicdanlarımıza koyalım; 1999 seçimleri farklı tecelli etseydi, aynı programı uygulayacak olan diğer partiler şimdi seçmen karşısına çıkamayacaktı!
2002 yılının ortasında hükümet çökünce parlamentoda yeni bir hükümet arayışına gidilmedi. Oysa kamuoyu araştırmalarında kimin önde gittiği belliydi. Doğrudan seçim opsiyonuna geçildi. Ve şimdi bazıları karalar bağlıyor! Ne diyelim?