Raftan ciltleri indirip okusak da, bilgisayardan baksak da fark etmez
Bizim ülkenin eski okumuşları ‘Larousse’ derler, başka bir şey kullanmazlardı. Fransız kültürünün anıtıdır. Muhtelif çeşitleri vardı, sosyal bilimlerde ihtisaslaşan gibi. İki ciltlik kısaltılmış versiyonu, can sıkıntısını gidermek için karıştırılan cinstendi. Birçok isim, yer ve kelime öğrenilirdi. İngilizcenin yayılmasıyla Britannica ortaya çıktı. Gerçi ansiklopedi karıştırma alışkanlığı yaygın değildir ama Britannica’nın maddelerini çok daha titiz, rahat okunur ve esası gözden kaçırmayan ciddi bir redaksiyonla tertiplendiği görülüyordu.
Fransızların ansiklopediciliği aydınlanma devrinin ürünüdür. Diderot’nun ansiklopedisi malum; sadece bilimler konusunda değil, toplumun da her dalında hem de yorumlu maddeler yazdı. Mesela ‘Müze’ maddesini okumanız tavsiye edilir. Yeni dünyayı aydınlatan eserlerdendi. Ulusal ansiklopediler meydana getirmek bir toplumun onuruydu. Belki de dünyamız; ansiklopedisi olan veya olmayan kavimler diye ikiye ayrılabilirdi. İtalyan Ansiklopedisi birçok maddeleri ile bugün dahi kolay eskimez. Özelikle Enrico Leone gibi Türk tarihçilerinin bizim üzerimize yazdıkları maddeler buna bir örnektir. İdeolojik yorum aşırıya giderse ansiklopedi eskir, büyük Sovyet ansiklopedisinin başına bu geldi. Ama Rusya ansiklopedilerini yeniden yorumluyor. Bizim İnönü Ansiklopedisi (sonra Türk) battal kaldı.
Herkesin yüklediği bilgi aynı kalitede değil
Bu çağdan sonra artık bilgisayardaki dijital notlar ansiklopedi ciltlerini tehdit ediyor. Nitekim Britannica’nın ciltli satışları 1990’lardan itibaren düşmeye başlamış ve artık basılmayacak. Ama genel yayın yönetmeni “Satışlar dijital sistemde devam ediyor” demiş. Ansiklopedi karıştırmak zevki, bilgisayarın başındaki taramalara döndü. Yalnız bir şeyi bilmek lazım, bilgisayarlarda her kavmin yüklediği bilgi aynı kalitede değil. Artık Britannica’nın şık ciltlerini alt kata indirmeye hazırlanın. Plastik ciltlileri zaten çoktandır ucuza alıyorduk. Britannica binlerce yazarın çalıştığı bir ansiklopedi idi; ilki İskoçya Edinburgh’da 1768-1771 arasında üç ciltten oluşarak çıktı, 2010’daki son versiyonu ise depolarda kalmaya başlamış. Ama ister raftan cilt indirip okuyalım, ister bilgisayarımızda tarayalım, Britannica Britannica’dır.
Diktadan çöküntüye
Adolf Hitler ve Nazi Partisi 1933 seçimlerinde en çok reyi aldı. Harp sonrası Almanya’nın en büyük sorunu İngiltere-Fransa blokunun intikamcılığıydı; büyük miktardaki savaş tazminatı yanında sanayinin enerji kaynağı olan Ruhr havzasına el atılmıştı. Savaş sanayii durdurulmuştu, işsiz ve üretemeyen bir halkı enflasyonun bekleyeceği açıktı. İnsanlar işsiz olduklarından değil, işlerini kaybetme korkusundan sokaktaki komünist ve sosyal demokrat partinin gösterilerine katılmıyordu. Düzeni bozacak bu adamlar, önlerindeki ekmeği de kaybetmelerine sebep olurdu. İşin gerçeği şu; Rusya’nın dışında komünist hareketin en güçlü olduğu ülke Almanya’ydı. 1918’deki Spartakist hareketin kanla bastırılmasına rağmen Alman seçmeni hâlâ küçümsenmeyecek bir oranda Komünist harekete sempatiyle bakıyordu. Avrupa’nın en kalabalık ve güçlü proletaryası Almanya’daydı ama tarihin en beceriksiz komünist partisi de Almanya’dakiydi. Çalışan sınıfları kimin sürükleyeceğine bakmak lazım; galiba Naziler kalabalık orta sınıfı daha becerikli bir şekilde peşlerinden sürüklediler.
‘Hıristiyanca sabır göstermek gerek’
Mutlak bir başarı söz konusu değildi; nasyonal sosyalistler birinci partiydi. Ama diğer muhafazakârlar ve sosyal demokratların o tarihte bir araya gelmeleri söz konusu olamazdı. Sonradan Ankara’ya büyükelçi olan Franz von Papen dahil sağ politikacı ve partiler Hitler’i daha ehven gördüler ve Cumhurbaşkanı Mareşal Hindenburg da geleneksel Alman ölçülerine göre gözü pek tutmasa da bu eski onbaşıyı başbakan tayin etmekte fazla tereddüt etmedi.
Sözde seçimle gelen hükümet kısa zamanda bütün anayasal düzeni altüst etti. İşsizlerden çok işini kaybetmekten korkan sendikalardan bunalan sermaye ve geniş orta sınıf Nazi ilerlemesini destekledi. Naziler sınıf kavgasını zorbalıkla önledi ve Mussolini’den öğrendiklerini uyguladılar; işverenleri de devlet talimatına ve baskısına bağladılar. Hatta Vatikan’ın kudretli adamı ve Berlin’e nuncius (Vatikan büyükelçisi) olarak gönderilen Kardinal Pacelli dahi “Nazilerin pek matah olmadığını fakat Almanların uygar ve rafine bir millet olduğunu ve haydut sürüsünü kısa zamanda sahneden iteleyeceğini, Hıristiyanca sabır göstermek gerektiğini” söyledi durdu. Geleceğin papasının ve Vatikan devlet sekreterinin Almancası ve Alman kültürü kayda değerdi. Hitler Almanyası’na gösterdiği sabır ise Reich yıkılana kadar devam etti.
O dönemde Almanya’da Amerikan sefaret müsteşarı olan Katolik ve İrlanda menşeli bir Kennedy vardı. Kardinal Pacelli 1939 yılının mart ayında Papa seçildiğinde Washington’dakiler onu da Pacelli ile dostluğuna binaen Vatikan’a sefir tayin etti. Yeni Amerikan sefiri Papa’ya “Nazilerin kısa zamanda toparlanıp gideceklerine dair öngörünüz pek gerçekleşmedi, kuvvetlendiler ve başa dert oldular” diye hatırlatınca Papa’nın cevabı “Ben o zaman infallable (yanılmaz) değildim” olmuş.
15 Mart 1933’te Üçüncü Reich’ı muhalefetsiz tam yetkiyle ilan eden Hitler beş yıl sonra 12 Mart 1938’de Avusturya’ya girdi. Anti-semitizm de o tarihten sonra tırmandı. Avusturya adeta en hafif bir çekinceye bile lüzum olmadığını Hitler’e hatırlatmıştır. 9 Kasım’daki ünlü Kristal Gece ile müthiş yağmanın ardından 10 Kasım 1938’de Yahudilerin toplanması ve kamplara sürülmesi başlamıştı. Mart ayı bir tırmanmaydı ve o günün dünyasında herkes önleme değil uzlaşma yolunu tercih ediyordu. Karşı tarafın bu uzlaşmayı bir zaaf olarak gördüğünü fark edenler dahi oralı olmamayı tercih etti.