Genç Napoleon İngiltere’yi Mısır’da karşılamanın doğru olacağını düşündü. 1798’de, 29 yaşındayken İskenderiye’ye çıktı. Bu basit bir Mısır işgali değildi
Jean-Leon Gerome’un “Napoleon Mısır’da” adlı eseri.
Genç General Napoleon Bonarparte, 3 Temmuz 1798’de İskenderiye’ye çıktı. 29 yaşındaydı; doğru bir stratejik çözümlemeyle, donanması kuvvetli İngiltere’ye Manş üzerinden saldırmanın imkansız olduğunu anlamıştı. Nitekim Fransız donanması hiçbir zaman Britanya ile baş edemeyecektir. İngiltere’yi Mısır’da karşılamak ve yollarını kesmek en doğrusuydu. Bu basit bir Mısır işgali değildi. Piramitler savaşından sonra Mısır’ın silahlı kuvvetleri konumundaki Memlukları yendi (21 Temmuz 1798). General Bonaparte Fransız İhtilali’ne ilişkin kendine has fikirleri olan bir askerdi. Uygarlığı dinlerin dışında arıyordu. Fransız İhtilali, Yahudilere eşitlik verdi. Bonaparte gibiler İslam’a, bu dini tanımasalar de başka gözle bakıyorlardı. Gerçek de şu ki 18’inci ve 19’uncu yüzyıl Fransa’sı oryantalizm tetkiklerinde özgündü. Kahire uleması General Bonaparte’ı sahte bir hararet ve saygıyla tasdik ederek karşıladı. Genç General, İstanbul’un medeniyetlerin merkezi olduğunu söylemişti. Başında sarığıyla Piramitler savaşının galibi olarak Mısır’ın karşısına çıktı. Bu tavırlarında ne kadar samimi, ne kadar teatraldir tartışılır. Mısır ulemasının da samimiyeti aynı şekilde tartışılmalıdır.
Nil deltası civarında ünlü hiyeroglif levha bulundu
General Bonaparte, Büyük İskender’i taklit ediyordu. Doğu’nun ve Batı’nın medeniyetlerini incelemek ve birleştirmek, tıpkı onun gibi kaynağı bilinmeyen Nil’in kaynağını araştırmak için heyetler kurdurdu. Büyük İskender bulamadığı gibi onunkiler de bulamadı. Roma’da, Piazza Navona’daki Bernini’nin alegorik Dört Nehir heykelindeki yüzü kapalı Nil Nehri daha bir süre öyle kaldı. Nil Nehri çok sonra İngiliz kâşiflerin Victoria şelalelerini saptamasıyla coğrafya dünyasına takdimi bekledi. Bonaparte’ın ordusu Mısır’a yerleşmişti. Hakikaten abartmasız, bir alay ressam, coğrafyacı, botanikçi, doğabilimci refakatta idi. Mısır’ın böcekleri, bitkileri, insanları henüz çözülmeyen hiyeroglif kitabelerin aynen kopyası hazırlanıyordu. Mısır keşfediliyordu. Günün birinde İskenderiye yakınlarında Nil deltası civarında, El Raşid (Rosetta) denen mevkiinde ünlü hiyeroglif levha da bulundu. Hiyeroglif Kobtca yazıtın en üstünde Yunanca Kitabe, onun da altında Helenistik sonrası devrin Dimetiki denen Kobtcasının Yunan harfleriyle yazımı bulunuyordu. Taş önce Fransız bilginlerin değil, İngilizlerin eline geçti. Bir şey çözemediler. Fransa’nın dâhi çocuğu,
14 yaşından beri üniversal bir filolog olarak tanınan Champollion bu metni otuzlu yaşlarında çözdü. Uygar dünya Mısırlılarla mülakata girişmişti. O vakte kadar Mısır hakkında Heredot’tan beri anlatılan efsaneler, Romalıların hem hayranlık dolu hem önyargılı ve küçümseyen raporları, Helenistik devrin Maneto gibi rahiplerinin hiyeroglif metinlerden ve anadilden derledikleri tarihlerden ki -bunlar parçalar halinde ortadaydı- başka sağlıklı bilgi yoktu. Mısır insanları çarptı. Resimden mimariye, mitolojiye, din bilimine kadar zihinler altüst olmaya başlamıştı, hâlâ da oluyor.
Hayran olunan Mısır eğlence konusu oldu çıktı
General Bonaparte bağlı olduğu Paris’teki Directoire heyetini Mısır konusunda ikna etmeye çalıştı. İki olayla talihi kararacaktır. Akkâ’yı savunan ve kendisini durduran Cezzar Ahmed Paşa onun Suriye’ye ilerlemesini durdurdu ve 1 Ağustos 1798’de de Britanya’nın ünlü amirali Horatio Nelson Abukir’de onun donanmasını mahvetti. Mısır, Fransa’yı ve Avrupa’yı Bonaparte ile tanıdı. Bu bir müddet sonra onu alacak Britanyalılardan çok farklı bir Avrupa idi ama asıl önemlisi Avrupa “Description de L’Egypte” denen 1809 baskılı planche’lar serisiyle Mısır’ı tanımayı ve onun önünde eğilmeyi öğrendi. Tabii bu önünde eğilme ritüeli bir müddet sonra dejenere oldu, insanlar fellahlara yağmalattıkları, eski eserleri, papirüs rulolarını Paris ve Londra’ya getirttikleri gibi mezarlardan yağmalattıkları mumyaları da görgüsüzce tertiplettikleri seanslarda teşrih ve teşhir ettiler. Hayran olunan Mısır saygısızca bir merak ve eğlencenin konusu oldu çıktı.
Mısır, Fransa’nın vice konsülü olan Ferdinand de Lesseps ile Süveyş kanalı dönemine girdi. Başlangıçta bu projeyi çılgınca bir özenti diye küçümseyen Britanya çevreleri Başbakan Disraeli sayesinde kendilerine geldi. Bir gece ansızın Disraeli operasyonuyla kanalın ana hisseleri satın alındı. Bir zaman sonra Berlin Kongresi’nde Kıbrıs adası da Disraeli’ye ikram edilince Britanya imparatorluğunun ana damarı kesinlikle ellerine geçti. Eski Mısır’ın zenginliklerini keşfeden Bonaparte’ın askerileri, âlimleri ve sanatkarlarıydı Ama
en büyük zenginlikler ve kazılar Britanya’nın eline geçti. Kanalı kazanlar Fransızlardı. O da 1950’lere kadar Britanya’nın elinde kaldı. Fransa’da, Mısır’da baki kalan Osmanlı asıllı Hidiv hanedanı başta olmak üzere Mısır’ın kibar hanımlarının Fransızca’yı iyi konuşup yazmaları, iyi matematik öğreten Fransız liseleri ile olmuştur. Ama İngiltere Mısır’ın hayatını gölgeledi ve ta I. Cihan Harbi’ne kadar yani İngiltere’nin ülkeyi resmen ilhak ettiği tarihe kadar Hidiv ailesi Britanya işgali ve Osmanlı sarayından oluşan üçgen içinde bir dünya dönüştü. Biz bu dönemi çok iyi bilmiyoruz, kolay hükümler veriyoruz. Mısır’da sözde Osmanlı hâkimiyeti vardı; asıl olan ise Britanya emperyalizmiydi deyip geçiyoruz. Mısır’ın hayatında neler oluyor, Mısır 19’uncu asır Türk kültür ve reformuna neler verdi, bunlar tahlile muhtaç. Ekmeleddin İhsanoğlu’un son kitabına kadar da bu sahada geniş bilgi ve yorum getiren çalışma olmadı.