Olaylı Diyarbakırspor-Bursaspor maçından iki gün sonra, önceden planlanmış bir seyahat münasebetiyle Diyarbakır’daydım.
Pazartesi ve salıyı kentte geçirdim. Gelmişken, sıcağı sıcağına, olaylı maçın kentte nasıl hissedildiğini anlamak istedim...
Önce şunu bir kayda geçirelim: Diyarbakırspor-Bursaspor maçı sırasında vuku bulan saldırganlık tasvip edilemez ve anlayışla karşılanamaz.
Ama mutlaka anlamak gerekir...
Anlamak için de Diyarbakırlılarla empati kurmak gerekiyor. İnsanın kendisini, karşısındakinin yerine koyarak onun duygu ve düşüncelerini anlaması; olaylara, karşısındakinin bakış açısıyla da bakabilmeyi becermesi... “Empati kurmak” kısaca böyle tanımlanıyor ve Kürt sorunu gibi ruhsal ve psikolojik boyutları hayli belirgin olan bir sorunla yüzleşirken en çok ihtiyacımız olan da bu...
Medya ancak dengeli ve hakkaniyetli habercilik yaparsa ülkenin doğusu ve batısı arasında empati kurulmasına aracı olabilir. Tersi durumda ise sonuçlar yıkıcı olabiliyor.
Diyarbakırlıları dinleyince bu gerçeği bir kez daha gördüm.
“Diyarbakırspor ve taraftarlarının geçen eylülde Bursa’da oynanan maçta uğradığı hakaret, aşağılanma ve saldırının gerçek boyutu spor medyası tarafından haberleştirilmedi” diyor Diyarbakırlılar.
Kimisi 17, kimisi de 25 Diyarbakırspor taraftarının hastanelik edilene kadar dövüldüğünden söz ediyor. Maç boyunca ırkçı tezahürat yapıldığından, Diyarbakırspor ile terörizm arasında özdeşlik yaratan sloganlar atıldığından bahsediyorlar.
Ve ardından, öncelikle spor medyasının Bursa’daki saldırganlığın vahametini kamuoyuna yansıtmakta yetersiz kaldığını söylüyorlar.
Bu eleştiriye ben de katılıyorum. Spor medyası Bursa’daki holiganizmi, haberciliğin gerektirdiği düzeyde yansıtsaydı, Bursaspor yönetimi kendisini misafir takıma karşı en azından olaydan sonra daha duyarlı olmak zorunda hissedebilirdi.
Mesela Diyarbakır’da “Bursaspor bizden bir özür bile dilemedi” diyorlar.
Ya da Federasyon, Bursaspor’a saha kapatma cezası vermek yönünde baskı altında kalırdı ve belki de adalet yerini bulurdu.
Bu eksik kalmış adalet algısının Diyarbakır’da kin ve intikam duygularını biriktirdiğini görmek gerek.
Bir de Diyarbakır’da olay çıkacağı günler öncesinden bilindiği halde Emniyet’in yeterli tedbiri almadığı söyleniyor. “Gerçekten istenseydi” diyorlar, “bu olayların çıkması önlenirdi”...
Konuştuğum Diyarbakırlıların çoğu, spor medyasının stattaki olayları olduğundan daha büyükmüş gibi gösterdiğinden yakındı.
Atılan taşlarla vahim biçimde yaralanan bir meslektaşımız varken bu eleştiriye katılmak mümkün değil.
Ancak şu doğru: Spor medyası zamanında Bursa’ya “kırmızı kart” gösterseydi, Diyarbakır’a “kırmızı kart” çıkarmayı gerektirecek durum hiç yaşanmazdı.
Konu hakkında Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Yönetim Kurulu Başkanı Galip Ensarioğlu’yla da konuştum.
DTSO’nun öteden beri siyaseti, kentin ekonomik ve sosyal menfaatleriyle dengeleyen, bir tür rasyonelleştirici rol oynadığını ve bu sayede kentin aklını, her kurum ve kuruluştan daha çok temsil ettiğini düşünürüm.
Ensarioğlu şunları söyledi:
“Bursaspor’un etnik ayrışmayı çağrıştıran tezahüratına ağır cezalar uygulamayan Futbol Federasyonu burada bir karşıtlığın doğmasına neden oldu. Bu işi yönetenler bu işi (Bursaspor’u) cezalandırıp millete bırakmayabilirlerdi. Buna karşılık Bursa’da yaşananlar Diyarbakır’da yaşananlar kadar çirkindi. Futbol, barışı, birlik ve beraberliği hedefleyen bir spor dalı...”