PKK’nın önceki gün Çukurca’da düzenlediği saldırıda altı asker şehit oldu; bir şehit haberi de Van’ın Gürpınar ilçesi kırsalındaki operasyondan geldi. Toplam 7 şehit, 9 da yaralı...
Dünkü Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’ün “Hani kardeşim neredesiniz?” başlıklı yazısında ise aşağıda kısaltarak aktardığım şu satırlar vardı:
“Beyler, 7 evladımız katledildi. (...)
Bugün 7 cenaze kalkacak. (...)
Günlerdir beni yerden yere vuran, ayağının altında paspas yapan, üzerime Hitlerciliği, Miloşeviççiliği, onu bunu yapıştıran vicdansız;
Hepinizi cenazelere bekliyorum.
Hep birlikte ‘Yaşasın tek ve üniter Türkiye’ diye haykıracağız.” (...)
Hepinizin köşelerinden, PKK’ya lanet bekliyorum. (...)
Dün bana vurma günüydü, bugün samimiyeti ispat günü.”
Ertuğrul Özkök’ün yazısı ilham verici...
“Şiddet sarmalını nasıl boşa çıkarabiliriz?” sorusunu getiriyor aklıma...
Doğrudur, PKK’nın şiddeti tarifsiz acılar ve mağduriyet yaratıyor. Ve hatta dramatik arayışlar...
Ertuğrul Özkök’e 6 Temmuz tarihli yazısında (Kürtlerle) “Birlikte yaşamak zorunda mıyız?” diye sorduran da PKK’nın şiddetidir.
Şiddeti lanetleyelim; kınayalım. PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakmasını isteyelim.
Ve bir an için PKK’nın çağrımıza uyarak silah bıraktığını, şiddetten tamamıyla vazgeçtiğini hayal edelim.
O zaman, öteki mağduriyet duygusuyla yüzleşmeye hazır olacak mısınız?
PKK’yı doğuran Kürt sorununun manevi köklerindeki mağduriyet duygusundan söz ediyorum. Bir haksızlığa uğramışlık ve eşitsizlik algısının sonucunda ortaya çıkmıştır.
Ertuğrul Özkök, 6 Temmuz tarihli yazısında, kendi ifadesiyle aktarayım, “bir ezberi, 80 yıllık bir ezberi, bozma; ne bozması, berhava etme pahasına” soruyordu, “Birlikte yaşamak zorunda mıyız?” diye...
Şunları yazmıştı:
“Haydi gelin ağzımızı alıştırmak için hep birlikte soralım:
‘Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?’
Eğer bu ortak iradeyi gösterip yaşayabilecek-sek, tabii ki yaşayalım. Tabii ki hem Türkler, hem Kürtler için en iyisi budur.
Ama yaşayamaya-caksak? Yaşayamaya-caksak, artık adını koyalım.”
Peki, bu yazıdan sadece 15 gün sonra aynı Ertuğrul Özkök’ün, kendisini Türk ayrılıkçılığını savunduğu için haklı ya da haksız bir üslupla eleştirenleri, şehit cenazelerine katılıp bu kez “Yaşasın tek ve üniter Türkiye” diye haykırmaya çağırmasını nasıl yorumlamalıyız?
15 gün önce berhava etmek istediği “80 yıllık ezber”in mütemmim cüzü değil mi, “tek ve üniter Türkiye”?
Ya ayrılırız, o olmazsa “80 yıllık ezber”le devam ederiz... Bu mudur söylediği?
Üstelik kendisinin 80 yıllık ezberle artık devam edemediğimizin farkında olduğu belli iken...
Ertuğrul Özkök, kendisini “eleştiri mağduru” olarak görmek istiyor. Bir “mağduriyet zırhı” örüyor kendisi için.
Bu zırhı hafifletmek istiyorum.
Bu köşede 12 Temmuz’da “Kürtlerle birlikte yaşamak zorundasınız” başlığıyla yayımlanan yazının asıl meselesi “ayrılıkçı Türkler”, vesilesi ise Ertuğrul Özkök’ün başlattığı tartışma idi.
Ayrılıkçı Türkler, yani Ertuğrul Özkök’ün 6 Temmuz tarihli yazısının “müşterileri”... Onları tanısa hoşlanmayacağından eminim.
Ertuğrul Özkök, kendisini Miloşeviç’e benzettiğimi yazıyor. Doğru değil.
Ertuğrul Özkök, Miloşeviç değil, ama yazının sonunda bahsettiğim, “Miloşeviç fantezilerini körükleyen yazar”dır. Miloşeviç fantezileri, “ayrılıkçı Türklere” aittir. Arşivimde, güneydoğunun Kürtlere bırakılması karşılığında batıda yaşayan bütün Kürtlerin kovulmasını ırkçı bir nefret söylemiyle talep eden çok sayıda, otantik ayrılıkçı e-posta mevcuttur.
Bilmiyorum, Ertuğrul Özkök bu fantezilerden haberdar mıydı?
“Kürtlerle birlikte yaşamak zorunda mıyız?” sorusunu Ertuğrul Özkök’ten önce soranlar da yaklaşık bir yıl önce bana bu e-postaları gönderenlerdir.
Amma ve lakin Ertuğrul Özkök’ü 6 Temmuz’da yazdıkları nedeniyle “ırkçı” olarak yaftalamak haksızlıktır. Ancak ayrılıkçı Türkler, hemen istisnasız batıdaki Kürtlerin kovulmasını istedikleri için ırkçıdırlar.
Türklerin Kürtlerden ayrılması fikri şık salon sohbetlerinde masummuş gibi görünebilir. Ama bu fikrin dehşet ve tehlike dolu karanlık odaları da vardır. Oralara da bakmak gerekir.