16.02.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:
Nilgün Cerrahoğlu
"Aydınlık için yurttaş girişimi" sözcüsü Av. Ergin Cinmen:
"Biz de sokakta mumlu eylem yapmak istiyoruz" diyor örneğin, Giresun'dan gelen faks. "Valilikten izin gerekir mi?"
Adana'dan bir faks da şöyle: "Tüm balkonlardan bir dakika düdük ya da ıslık çalsak ileri gitmiş olur muyuz?"
Hızını alamayan, heyecanlı bir Almancı da, uzun, ayrıntılı öneri listesi yapmış: "RP, DYP, BBP hariç tüm partililer, haftasonları vilayetlerde bayrak, düdük, tencere ve kaşık çatalları ile meydanlarda toplansın. Ve yazılı parkartlar açsın." Yanında da küçük bir not: "Aşırı yazılar yazmamak şarttır..."
Yasaklara gerek yok bu ülkede. Muhalefet bile yasağını beraberinde getiriyor. Başkaldıran değil; otoriden izin isteyen bir muhalefet bu. Ama siyasi iktidar bunu bile çok görüyor.
Beyoğlundaki bürosunda konuşuyoruz kampanya sözcüsü Av. Ergin Cinmen'le. Dışarda vaktinden önce gelen bir bahar var.
Fıstık yeşili duvarlar ve rengarenk vitraylı kapılar, baharı içeri taşıyor. Duvarla aynı renk, fıstık yeşili çini bir soba var köşede. Küçük Chagall - vari birkaç tablo, hoş bir düş alemi ve hayata gülen bir insanın işaretini veriyor.
Ergin Cinmen böyle gerçekten: İyimser, heyecanlı, pozitif enerji dolu, 44 yaşında bir avukat. Kampanyanın tuttuğuna inanıyor. "Startı biz verdik" diyor; "sonrası halkın kararı..."
Tamam mı, devam mı? Hepbirlikte göreceğiz.
- Kampanya'nın sözcüsüsünüz. Fikir nasıl doğdu?
- Susurluk kazası ile birlikte doğdu. Çünkü Susurluk, Türkiye'de şimdiye dek yanyana gelmeyen siyasi yapıları, aynı düşünce platformunda biraraya getirdi. İşçi Partisi, çok solda bilinir örneğin. Doğu Perinçek ile Mesut Yılmaz, Ecevit aynı şeyleri söylemeye başladılar. Hangi siyasi tercihe sahip olursa olsun, insanların ortak bir talebe sahip oldukları anlaşıldı. "Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" şimşeği o zaman çaktı.
- Nedir o ortak talep?
- Karanlık ilişkilerin aydınlatılması.
- "Işık Söndürme" biçimi risksiz, kolay diye mi seçildi?
- Gecenin karanlığında Türkiye'yi bireyler vasıtasıyla 1 dakika karanlığa gömmek... karanlığın içinde tek tek bireylerin buradayım demesi... ve yeniden insiyatifiyle, aydınlığa doğru gitmesi. Yani bireylerin, "Bu ülkede karanlık da, aydınlak da; herşey benim elimde" demesi. Temel fikir buydu.
- Saat tam 9'u yakalamak zor. Neden bir dakika?
- Çıtayı en aşağıya koyduk. Bunu sonradan çeşitlendirdiler. Çok yerde uzuyor zaten.
- Basından bu ilgiyi beklediniz mi?
- Evet, çünkü basın zaten Susurluk kazasına çok ilgi göstermişti. Sürpriz olan basın değil; iktidarın tepkisiydi. Bu derece geri tavır almalarını beklemiyordum. Bir durum değerlendirmesi falan yaparlar diye de düşünmüştüm. Safdillik... Hain denir mi? 7'den 70'e herkese hain denir mi? İlk söyledikleri bu oldu. Çap bu çap. Çapları çıktı ortaya.
- Neden "hain" dediler sizce?
- Ateşböceği gibi yanıp sönen pencerelerden korktular. Birey ilk kez burdayım dedi. Düdüğünüzü öttüremezsiniz, yutmuyorum dedi. Bu uyarıydı. Ama iktidar bunu uyarı değil, başkaldırı olarak aldı. Oysa demokratikleşmeye meyyal bir yapı, bu uyarıyı okumalıydı. İnsanına kulak verse, iktidarı asıl o zaman ele alırdı. Bunu anlamadı. Düşünmeden, muhakeme etmeden davradı. Demokrasi bu değil mi? Halkı muhatap almak değil mi demokrasi? Dünya buraya gidiyor.
- Başbakan "suçtur" dedi.
- Ben avukatım bu suç değil. Herkes ışığını yakıp, söndürebilir. Faşist zihniyet bu. Müthiş bir baskı var. Yani kafasında ışığını söndürene kin, halkına hınç duyuyor. Tüm partilerde bu var ama, RP'nin daha da tehlikeli bir parti olduğu ortaya çıktı. RP devletçi artı bir de şeriat kafası var. Bu ikisi birleştiğinde büyük bir tehlike ortaya çıkıyor. Katmerli bir şey var ortada.
- Başbakan ayrıca "çocukça" da dedi. Oysa bu toplum "olgun" tepkiler de ortaya koymaya çalışmıştı geçmişte. Ama o tepkiler dayakla, copla sonuçlandı. "Çocukça" lafı çok insafsız değil mi?
- Erbakan, Gölhan, Kazan akıllarına ne gelirse söyledi. Biri çocukça, fesat; öbürü hain, diğeri mum söndü dedi. Zamanla cevaplarını alıyorlar. Tepkiyi büyütüyorlar. Mesele önce Susurluk'tu. Ama geniş bir muhalefete dönüştü. Susurluk diye başladı, laiklik adına devam etti. Sincan, kampayanın içine laikliği de soktu. İnsanlar Sincan'a da karşı çıktılar. RP şimdi hem iktidar ortağı olarak Susurluk'a şal örtmek istiyor, hem laiklik istemine karşı çıkıyor. Öfkesi bundan. İnsanlar da ışıklarıyla buna isyan ediyor. Biz 4 senede bir sandığa gitmeyeceğiz diyorlar. Arada bir tepkilerimizi de dile getireceğiz. Muhalefet etmek için, bir şeyler söylemek için illa ölmeye, cop yemeye de gerek yok. Böylesi bir yöntem de var diyor şimdi yurttaşlar.
- Kampanya sadece büyük kentlerin belli yerlerinde tuttu diye eleştiren de var...
- Türkiye'nin dört bir yanından gelen faksları gösterebilirim. Bu kampanyayı biz, buradan önce meslek odalarına yaydık. Meslek odaları meslektaşlarına yaydı. On günde 7000 imza topladık. Anadolu'dan geldi imzalar. Kargacık burgacık yazıyla gelen mesajlar var. Tokat'ın bir köyünden geliyor mesela: Bir dakika yetmez, 5 dakika olmalı diyor. Çanakkale'den bir başkası, biz burada örgütlendik diyor. Bu faksları daha değerlendiremedik. Türkiye çapında, nerden, kaç kişi gönderdi diye. Ama bunu da yapacağız.
- Eylem dağınık. Şubat sonunda ne olacak? Işık söndürenler, ortak bir "demokrasi platformu" gibi bir örgütte biraraya gelebilir mi mesela?
- Bunun başında bir örgüt yok. Biz başlattık. Ama mazallah bir örgüt de oluştu sonradan. Ve herkese mal oldu. Şubat'tan sonra devam edebilir. Çünkü eylemi herkes sevdi... Demek böyle bir arayış varmış. Bunu farklı siyasi partilere oy veren insanlar birarada yapıyor. Şimdi herkes kendi partisinde temiz siyaset kampanyası başlatsa, bu yeter.
- Bir yandan Aydınlık Kampanyası, bir yandan İbrahim Şahin'in tavlası. Tuhaf çelişki değil mi?
- Evet, Ankara'nın göbeğinde gıyabi tutuklu bir insan elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor. Herkes de bunu seyrediyor. Yani ensen kalınsa rahat gezersin; değilse devlet tepene biner. İbrahim Şahin gezinirken, Gölhan'ın ışık kapatana hain demesi nasıl çakışıyor aslında! Çünkü hukuk devleti değil, orman kanunları çalışıyor. Bu bir kez daha kanıtlandı. Turnusol kağıdı gibi oldu bizim kampanya. Fakat biz bu işleri soruşturanların da ardında olduğumuzu göstermek için yaptık. Savcı, ne yapıp edip, polise emir versin; yakalatsın Şahin'i. Işığını kapatan toplum o savcının arkasındadır. O savcıyı artık bir yerden bir yere aldırtamazlar. Kılına zarar gelmez.
- Ama çıt çıkmıyor savcıdan...
- Yavaş yavaş çıkar. Çünkü bu onur kırıcı bir şey. DGM'den bu insan hakkında bir tevkif kararı çıkartılmış. Hakimin yapacağı belli. İbrahim Şahin'i alıp bizzat cezaevine koyacak hali yok. Ama tevkif kararından sonra, savcılık bunu polise gönderir. Ve Şahin'i tevkif etmeyen kamu görevlileri hakkında derhal suç duyurusunda bulunur. Işık eylemi büyürse, o yargıç arkasında bu gücü hissedecektir.
- Işık eylemi, bağımsız yargı mücadelesinde de etkili mi?
- Etkili ama bunun bağımsız yargıyla da çok ilgisi yok. İbrahim Şahin, yargı bağımlı olduğu için gezmiyor ortalıkta. Yargıç kararına sahip çıkmadığı için geziyor. Yargıcın "kararıma sahip çıkarım" psikolojisinde olması lazım. Çünkü kendisini devletin yargıcı zannediyor. Halbuki hukukun yargıcı o. Memur gibi düşünüyor ve devlet adına yargılama yaptığını sanıyor. Oysa hukuk adına yargılaması lazım.
- İstanbul Barosu Susurluk Çalışma Grubundasınız aynı zamanda. Nedir bu?
- Susurluk komisyonunun netice alabilmesi için, hangi yöntemle nasıl araştırma yapması lazım? Bunu inceledik. Sonra bir rapor haline getirdik ve komisyona sunduk.
- Etkiniz olacak mı?
- Biz kanıt toplamıyoruz. Hukuki bir değerlendirme yapıyoruz. Komisyonun karşısındaki olası açmazlardan bahsediyoruz.
- Mesela...
- Bir gizli mevzuat meselesi var. Resmi Gazete'de yayınlanmayan bir mevzuatı kimse okuyamaz, bilemez. Halbuki Türkiye'de bir gizli mevzuat var. MİT ve MGK mevzuatı böyle. Sözleşmeli personel nasıl çalışır, bunlara ne şekilde ödenekler verilir. Bunları yazmış, yazmıştır; sonra da bir maddesinde bu yönetmeliklerin Resmi Gazete'de yayınlanamayacağını söylemiştir.
- Ne tarihte?
- On yıldan fazla bir geçmişi var ama tarih belli değil. '84 tarihli bir kanun, mevzuatı gizliyor. Müsteşar bunu hazırlıyor. Başbakanlığın onayıyla yürürlüğe giriyor. İki kişi biliyor yani. Yönetmelikler de ayrı ayrı. Tek bir yönetmelik de değil. Yani herkes ancak kendi bölümünü biliyor.
- Hücre gibi...
- Evet hücre gibi. Biz Susurluk komisyonuna diyoruz ki; gizli mevzuata vakıf olmadan çözemezsiniz. Mehmet Ağar falan söylüyor ya: "Ne yaptımsa vatan için yaptım. Kanun dışına çıkmadım." Bence doğrudur. Yasaya uygun davrandığını düşünüyor. Ve çünkü muhtemelen yönetmeliklere uygun davranmıştır M. Ağar. Bu kadar rahat yapılamaz bunlar. O zaman demek suçlu olan sistem. Suçun yönetmeliklerde nasıl işleneceği yazılı. Bunu şu anada dek kimse söylemedi. Gazetelerden izliyorum. Araştırma komisyonunun da MİT'ten veya başbakanlıktan böyle bir talebi olmadı. Nedir bakalım diye?
- Bu demokrasinin özüne aykırı...
- Mevzuat hiç gizli olur mu? Olmaz ki. Olmaz yani. 12 Eylül'ün ürünü. Bir de kendisini sağlama bağlıyor yani. Bir mevzuat çıkartıyor. Kanun gizlidir diyor. Bu yetkiyi kim veriyor? Yasama veriyor. TBMM veriyor. Geniş sorumluluk alanı var işin.
- Susurluk komisyonu, hedefi "yapıyı çözmek" diye koyuyor.
- Gizli mevzuat çözülmezse, yapı çözülmez. Bir. Bir de alışkanlığımız var. Devlet dönüp kendine bakmıyor. Faili meçhul araştırma raporu vardı komisyonun. İyi bir rapor çıktı. Ama Meclis raporu alıp incelemedi. Kadük oldu şu anda. Devlet derken yasama, yargı, yürütme, Meclis hepsini alıyorum. Öyle bir şal örtülmüş ki...
- Peki komisyona ne öneriyorsunuz?
- Gizli mevzuatı istemeleri lazım. Gelmediği zaman da şunu söylemeleri lazım: İstedik. Çalışmalarımız şu noktada akamete uğratıldı. Bu kadar çözdük. Mesela Jandarma Komutanı Koman gelmedi oraya. Gelse ne olur; gelmese ne olur? Çok önemli değil. İstediğini söyleyip, istemediğini söylemeyecek. Ama mevzuatla bunun nedenlerini ve nereye dek gidebileceğinizi anlayacaksınız.
- Sizin çalışma grubu geçmişteki faili meçhulleri de inceliyor. Yani Susurluk'un aydınlatılabilmesi için; karanlıkta kalan geçmişin de incelenmesi gerektiğini savunuyorsunuz...
- Evet mesela bir 16 Mart katliamı dosyası, 1 mayıs dosyası var. Bu dosyaların mutlaka komisyon tarafından incelenmesi gerektiğini söylüyoruz. 16 Mart katliamı, bir gün önce emniyete ihbar edilmiş. Ama önlem alınmamış ve sonra bu bilgi mahkemeden gizlenmiş. Kim sakladı bunu mahkemeden? Neden sakladı? Emniyete ihbarı kim yaptı? O ihbar neden kaale alınmadı? Kaale almayan hala görevde mi? Komisyon mevzuatı ele geçirip, bir de olaylara tarihi bir perspektifle baktı mı; fotoğraf çok net çıkacak.
- Başka?
- Bir de sorguları mutlaka çapraz yapın, gelenleri yüzleştirin diyoruz.
- Yapıyorlar mı?
- Hayır. Ama söyledik biz. Raporumuzda verdik. Kaale alır, almazlar. Üzerimize düşen buydu. Arkadan değerlendirmemizi yapacağız.