Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Gündemi boşverin bugün. Sonbahar şahane albümlerle geldi. Geçen hafta yayınlanan dört albümden bahsetmek isterim ama hepsi bu kadar değil, yolda fazlası var...

* “Encyclopedia” - The Drums: İlk iki albümdeki surf müziği ve alternatif 80’ler tadını bu albümde de bekleyen yanılır. Burada belki gene sahilde dolaşan tipler var ama güneşi unutun. Karamsarlık hâkim. Belki basçı ve çocukluk arkadaşı Connor Hanwick’i kaybetmekten, belki iki albümden farklı bir yerlere gelme çabasından, belki hüzün ve neşenin coşkulu bir karışımından oluşan müziklerinde gerçekten de hüznün ağır basmasından.
Bununla birlikte albümde yer alan mesela “I Hope Time Doesn’t Change Him”i ben şu ara tekrara aldım dinliyorum. Smiths tarzı sıkıntı ve güçlü bir melodi iyi bir İngiliz şarkısı yapmak için yeterlidir her zaman. The Drums’ın en iyi değil ama en ilginç albümü.

Ayin müziği havasında
* “Commune” - Goat: İsveç’in kuzeyinde yer alan Korpilombolo köyünden ve bu köyün vudu geleneğinden ilham aldığını iddia eden bir grup Goat. Köyün nüfusu
529 kişiymiş. Kahvede bir sorsak tanıyan var mı bunları diye, gerçeği öğreniriz aslında. Ama hiçbir müzik yazarının Kuzey Kutup Dairesi civarındaki bu köye gidecek merakı ve bütçesi olmadığından bunu bilemiyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun müzik yazarlarının genelde sefil ve parasız olduğunu keşfettiğinden olacak, Goat da şirketleri Sub Pop’un da gayretiyle kendine gizem katmak için buradan almış yürümüş herhalde.
Eski çağlardan kopup gelmiş, ayin müziği havasında şarkıları var. Ve bu şarkıları ilk albüm “World Music”i dinleyenler gayet iyi biliyor. Ama ben yakın çevreme anlatmak için saykodelik Anadolu rock yapan İsveçliler kalıbını kullanıyorum. Zira Batılılar kendi geleneklerinden gelmeyen her şeyi egzotik, etnik falan diye isimlendirmeye bayılıyor. Bense âlâsını Moğollar’ın ya da Barış Manço’nun yapmış olabileceği türde bir albümü lafı dolandırıp Batılı ağzıyla egzotik falan diye değerlendirecek değilim açıkçası. Goat (Gathering of Ancient Tribes) inanılmaz renkli sahne şovu, maskeleri, kostümleri ve primitif şarkı sözleriyle aslında “tribal” denmeyi hak ediyor daha çok. “Commune”ü bu kulakla dinlemenizi öneririm.

Yelpazesi çok geniş
* “Syro” - Aphex Twin: Elektronik ve avangart müziğin yaşayan en önemli şahsiyetlerinden biri Richard D. James. 2001’deki “Druqs”tan bu yana yayınladığı ilk stüdyo albümü bu. Üstelik filanca dönemdeki kayıtların yeniden bilmem ne edilmiş hali falan değil, basbayağı son dönem bestelenmiş yeni müziklerden söz ediyoruz. Yalnız “Girl Boy EP” deki çılgın ritimlerden, “Druqs”taki “trip”lerden ziyade 90’ların başına denk gelen “Selected Ambient Works” psikolojisine yakın bu albüm. Yani bir geçmişe dönüş var. Teknik olarak değilse de ruh olarak.
O zamanki sound daha naif, işlenmemişse eğer, bu seferki daha net, derdini daha iyi anlatıyor. Sanki aynı duyguyu daha sofistike cümlelerle ifade ediyormuş gibi James.
Drum’n bass’tan caz, fusion, disko, breakbeat ve popa çok geniş bir tarz ve ilgi yelpazesi var. Bunlar elbette James’in bir kulağından giriyor, parmaklarının ucundan müziğe dönüşürken bütün iç dünyasını, müzik anlayışını, zevkini ve bilgisini süpürerek geliyor. Bugünün elektronik müziği artık böyle tınlamıyor. Ama James’in müziği de zaten 90’ların elektronik müziğinin temize çekilmiş hali gibi.
Gerçek olan şu ki ben bu albüm hakkında daha sayfalarca yazabilirim.

Kişisel bir anlatı
* “Too Bright” - Perfume Genius: Mike Hadreas Seattle’da başladığı müzik yaşamını iki albümün ardından taşındığı New York’ta devam ettiriyor. Bu albümün en dikkat çeken şarkısı “Queen”, hipnotik “Cool”daki vokaller, piyanosunun başında söylediği hüzünlü şarkılar (mesela “All Along”), ona eşlik eden dramatik efektler, tatlı tatlı hissedilen blues/country gölgesi... Bunlar hep fazla kişisel bir anlatının yansımaları. Hadreas genç bir kentli ozan olarak sanırım bu albümle hayli isim yapacak. Antony Hegarty, Rufus Wainwright gibi sanatçıların izinde kendi yolunu bulmaya çalışacak.

Haberin Devamı

Et görgüsüzleri

Haberin Devamı

Önce gecekondu mahallesinde fahiş fiyata bonfile sattılar, Nişantaşı’ndan Etiler’den koşup baş köşeye kuruldular. Ardından doğrama tahtası üzerinde asgari ücrete hamburger servis etme dönemi geldi. Bunları da yediler. Sonra “yalnız biz etlerimizi bilmem nerede şu kadar bekletiyoruz” dönemi geldi. Yetmedi “Nepal usulü kurutuyoruz” adı altında eti asıp üzerinde de “Bu bonfileyi Fatih Terim yiyecek, bu butu Kıvanç Tatlıtuğ kemirecek” yazdılar utanmadan sıkılmadan.
“A ünlüler bu etleri mi yiyor?” diyen görgüsüzler daha çok akın etti.
Çengele asılı etlerle, kemiklerle boy boy pozlar verdiler. Bütün tiki mahallelerde beşer beşer şubeler açtılar. Ferrariler yanaştı, içerisi doldu taştı. E bundan öte ne görgüsüzlük olabilir, daha keşfedilmemiş toprak kaldı mı bu et pornografisi diyarında diye düşünürken haber geldi. Efendim kemik suyu shot’ları çok beğeniliyormuş. Ünlüler pek rağbet ediyormuş.
Harika. Üzerine de puroyu yaktın mı senden görgüsüzü yok dünyada.