Giderek gelenekselleşiyor diyebilirim.. Deniz Baykal’la yılda bir, bilemedin iki kez buluşup uzun uzun sohbet ediyoruz..
Şöyle söyleyeyim.. Genel başkanlıktan ayrıldıktan sonra hiç görmemiştim.. Son buluşmamıza torunu Mehmet’le gelmişti; Kolombiya üniversitesine girmesinin heyecanını yaşıyordu..
Sohbete, bizim durumumuz da sizin durumunuz da iyi değil diyerek başladı..
Yan masadan kulak kabartanlar..
Muhalefetin durumu da kelekmiş, medyanın da şeklinde anlayabilir..
Değil..
Baykal’ın kastettiği Galatasaray ile Beşiktaş’ın haliydi..
Masa Beşiktaş ağırlıklı olduğu için, son vurgunu biz yediğimiz için duymazlıktan geldik..
Gülümsemekle yetindik, sustuk.. Baykal kibar adam, nazik adam üzerimize gelmedi..
*
İstanbul’a Erbakan’ın cenazesi için gelmişti.. Mevzuu 12 Eylül günlerine kadar uzandı.. Gazete kapatmalara, yasaklı günlere, Zincirbozan’a..
12 Eylül’de daha tıfıl gazeteciydim.. Hem okuyordum hem de Cumhuriyet’te çalışıyordum..
Bir sabah uyandık ki, bizim gazeteyi kapatmışlar..
Kaç gün?
Süresiz..
Neden mi derseniz, fıkradan.. Masada hatırlattım, beynimin derinliklerinde yer etmiş, o fıkrayı hiç unutmam..
Mehmed Kemal yazmıştı..
Şöyle..
Boğaz’da olta atan iki balıkçının oltasına lüfer takılır.. Biri diğerine sorar; dişi mi erkek mi?
Biri dişi der, öteki erkek..
Anlaşamazlar, ileriki yalıya yanaşalım, aşçı memleketlimizdir o bilir, ona soralım derler.. Sorarlar da.. Aşçı bakar bakar bir türlü karar veremez.. En iyisi bizim paşaya soralım der..
Balıkçılar itiraz eder; paşa ne anlar?
Aşçı; anlamaz ama paşadır dediği dediktir..
*
12 Eylül’e uzanınca Baykal, Zincirbozan günlerini anlattı.. Merhum İhsan Sabri Çağlayangil’i andık.. Cumhurbaşkanı vekilliğinden, Zincirbozan sürgününe.. Bir kamyonet eşya ile gelmiş.. Bornozundan, röpteşambırına kadar..
Baykal, her sabah gazete beklerdik dedi; gazeteleri paylaşırdık, bir köşeye çekilir satır satır okurduk..
*
Biz gazeteciler birbirimizi yiyoruz ya..
Medyada köşe tutanlar bile birbirini susturmaya çalışıyor ya..
Dilerim, yarın bu günlerimizi aramayız..
Dilerim, birbirimizin kuyusunu kazıp, hep beraber gümlemeyiz!
Dilerim, ‘muhalif basın ne kadar güçlüyse o ülke o kadar özgürdür’ sözünü hiç unutmayız!
Çünkü gün geliyor, valla umulmadık zamanda herkese lazım oluyor..
*
Tabii ki önümüzdeki seçimleri de konuştuk.. Ama üzerinde daha çok durulan Cumhurbaşkanlığı seçimiydi..
Çünkü nasıl bir rejimle yönetileceğimiz bu seçim öncesinde belli olacak.. Bu haliyle, sandığı koyduk, cumhurbaşkanını seçtikle olmaz.. Anayasa Komisyonu Başkanı Kuzu da açık açık söyledi.. İki başlılık olur dedi..
Öyle ya..
Hem güçlü Cumhurbaşkanı..
Hem de güçlü Başbakan olur mu?
Birinden birinin yetkileri tırpanlanacak.. Ya başbakanlık kaldırılacak veya güçsüzleştirilecek ya da cumhurbaşkanlığı temsille sınırlandırılacak..
İkisinden biri..
Bu ne zaman olacak?
2011’in Temmuz’undan hemen sonra..
Bu sebeple haziran seçimi kadar sonrasında atılacak adımlar da çok önemli.. Trenin makas değiştirmesi gibi ikide bir sistem değiştiremezsin.. Neyi tercih edersen en azından on yıl, yirmi yıl sürer..
Cumhurbaşkanlığı meselesini konuşmamız bu yüzdendir..
*
Gelelim CHP’ye diyeceksiniz değil mi?
Gelmedik..
Baykal özenle, ısrarla CHP’nin bugünkü yönetimin kıta sahanlığına girmedi..
Aslında amacımız da bu değildi.. Boğaz’ın kıyısında balık yemek, bir kadeh şarap içmek, hasret gidermekti..
*
Tabii ki bu uzun sohbetten elimiz boş ayrılamazdık, son dakika gazeteciliği de yaptık..
Daha doğrusu yapmaya çalıştık..
Tam kalkarken, Türkiye’nin gidişini, rotasını nasıl görüyorsunuz diye sorduk..
İyi gördüğümü söyleyemem dedi..
Gidiş kötü yani diye hafif yönlendirmeli, gazeteci kurnazlığı yapmaya çalıştık..
Noktayı koydu..
Öyle demedim, iyi gördüğümü söyleyemem diyorum...