Önce bir alıntı.. Tanıl Bora isyanını şöyle dile getirmiş: “Otomatik Portakal romanıyla meşhur Britanyalı yazar Anthony Burgess’in hikmetli bir sözü var: ‘Beş gün çalışacaksın, İncil’in dediği gibi. Yedinci gün Tanrı’ya aittir. Altıncı gün ise futbola aittir.’ İngiltere’de otuz yıldır çıkan o nefis futbol dergisinin adında da aynı hikmet vardır, o bir günü, altıncı günü iple çekmenin heyecanı: When Saturday Comes, cumartesi geldiğinde. Hikmet, futbolun biraz özel bir şey, felekten çalınan bir gün, bir tatil, bir armağan oluşunda. Futbola törensel heyecanını, ‘şimdi oyun zamanı’ neşesini veren, budur. Her lahza futbol, bıkkınlık verir. Tadı kaçar. Hayatı daraltır. Aptal eder. Asosyal yapar. Haftada dört gün lig rezalettir.” (Radikal, 19 Ağustos)
*
Haklı.. Yüzde yüz haklı..
Cuma başlayıp pazartesi gece yarısı biten lig olur mu? Salı, çarşamba şampiyonlar ligi.. Perşembe, Avrupa ligi..
Yedi gün futbol!..
Adamı aptal eder, asosyal yapar, hayatı daraltır, futbolun tadını kaçırır..
*
Bizde beş gün çalışma günü, altıncı gün futbol günü, yedinci gün Tanrı günü, ibadet günü anlayışı yok.. O farklı bir kültür..
Bizde her gün Tanrı’nın günüdür, her gün ibadet günüdür.. Ama bizim kültürümüzde, futbol günü yok diye haftada dört gün futbol olması da gerekmiyor..
*
Eskiden futbol günü vardı.. Cumartesi, pazardı.. Ama öğrenciler için cumartesiydi..
Cumartesi futbol günüydü.. Pazar yıkanma günü, ödev yapma günüydü..
Televizyon falan yok tabii.. Cumartesileri yarım gündü.. Okuldan çıkar, koşa koşa stada giderdik.. Kimin maçı varsa, fark etmez.. Cumartesi bizim için tatildi, eğlenceydi, futboldu.. Tükürük köfteydi, kokoreçti, acılı turşu suyuydu..
İngilizler gibi biz de altıncı günü iple çekerdik..
Heyecanı olurdu, hafta boyu süren muhabbeti olurdu.. Bir hafta uzun gelirdi, futbolu özlerdik..
*
Son yıllarda futbolu öyle bir yaydılar ki, neşesi kaçtı.. Bugün pazar, Galatasaray’ın maçı var.. Pazartesi işbaşı.. Çalışma günü başlayacak ama hâlâ futbol günü bitmemiş olacak..
Lig üzerine iki muhabbet açsan, bir yorum patlatsan erken..
Pazartesi akşamı derbi var..
İki kelam etmek için cuma gününden başlıyorsun, salı sabahına kadar bekliyorsun..
(Zaten ne söyleyeceğini de unutuyorsun..)
Salı akşamı arkadaşlarla buluşmuşsun sıra hafiften takılmalı, bolca kızdırmalı lig muhabbetine gelmişken biri çıkıyor; “bi dakka abi diyor, şampiyonlar ligi başlıyor. Bu maç kaçmaz!”
Yengen vardı goralı vardı gazete yoktu..
Artık var.. İstanbul’un (bin bir sorunu olsa da) yükünü metrobüs çekiyor.. Sabah-akşam saatlerinde zor binilse de, duraklardaki dik merdivenler insanı burnundan solutsa da en azından bindin mi gidiyorsun.. Boğucu sıcakta serin serin..
Her gün on binlerce kişi kullanmaya başlayınca duraklara büfeler açılmaya başlandı.. Zincirlikuyu son durakta ne ararsan var..
Yengen var, goralı var, tost var, döner var, tavuk var..
Bunlar vardı da dergi yoktu, gazete yoktu..
Hatırlarsanız yazmıştım.. En büyük ihtiyaç gazete ve dergi demiştim.. Adam gazetesini alır, dergisini alır metrobüse biner; boş boş oturacağına okuya okuya gider demiştim.. Okumaya teşvik olur, özendirici olur demiştim..
Gazete büfesi açılmamış ama Doğan grubu ile Sabah grubu seyyar satış panosu koymuşlar..
Dün 11.30 civarında gittim, tek tük gazete kalmıştı..
Demek ki goralı kadar ihtiyaçmış!