Mehmet Tezkan

Mehmet Tezkan

mtezkan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Acı olay şöyle.. H Gökhan ve Esra Yüce Van depreminden sağ kurtulur.. Gökhan bankacı, Esra öğretmendir..
Kaldıkları ev ağır hasar görünce Sivas’a ailelerinin yanına giderler.. Oğuz tayinini Sivas’a çıkartır.. Depremin şokunu atlatınca Van’a dönüp eşyalarını almak isterler..
Otobüste yer ayırtırlar.. Terminale gittiklerinde biletlerinin başkasına satıldığını öğrenirler.. Otobüste başka yer yoktur.. Gökhan’ın kuzeni Oğuz Yüce kendi aracıyla Van’a götürmeyi önerir, kabul ederler..
Evleri hasarlı olduğu için Bayram Otel’e yerleşirler.. 1.5 saat sonra 5.6’lık deprem olur.. Otel çöker..
Gökhan ve Oğuz ölür..
*
Bu haberi okuyunca ölüm geri çağırmış dedim..
Van’da randevuları varmış!
Aklıma o meşhur hikaye geldi..
O da şöyle..
*
Halife Bağdat’ta sarayının balkonunda otururken baş vezirinin büyük bir heyecanla koşarak geldiğini görür. Hemen yanına gelmesini ister, merak eder bu heyecanın nedenini. Vezir ellerine yapışır, ağlamaklı bir sesle “Yalvarıyorum, bana izin ver, hemen şehirden gideyim..”
“Neden?”
“Az önce saraya gelmek için büyük meydandan geçiyordum, yürürken bana birinin baktığını hissettim, döndüm ve tam arkamda Ölüm‘ü gördüm!”
“Ölüm’ü mü gördün?”der Halife...
“Evet O’ydu, hemen tanıdım. Simsiyah giyinmişti, boynunda yine siyah bir atkı vardı. Gözlerini bana dikmişti, sanki beni korkutmak istiyor gibiydi.. Çok eminim, beni arıyordu. Ne olur izin ver ve hemen gideyim buradan. En iyi atı alacağım ve doğru Semerkand’a gideceğim. Hemen yola çıkarsam akşama varmadan Semerkand’da olurum.”
“Gerçekten Ölüm müydü gördüğün, emin misin?”
“Çok eminim, Halifem. Şimdi seni nasıl görüyorsam O’nu da öyle gördüm. Senin sen olduğundan nasıl eminsem, onun da Ölüm olduğundan o kadar eminim. Ne olur izin ver hemen gideyim.”
Vezirini seven Halife çok ikna olmamasına rağmen izin vermiş gitmesi için. Vezir koşarak kendi evine gitmiş, en iyi atını eyerlemiş ve dörtnala şehirden çıkmış. Karanlık basmadan Semerkand’a ulaşmak kararındaymış.
Veziri gittikten sonra Halife’nin içi rahat etmemiş, biraz sarayında dönüp dolanmış, sonra birden karar vermiş. Kıyafet değiştirmiş ve sarayın arka kapısından çıkıp halkın arasına karışmış...
Yabancı bir gezgin gibi ağır ağır büyük meydana gelmiş, biraz yürüdükten sonra bir köşede durmuş ve tam o sırada o da tanımış Ölüm‘ü. Anlamış ki, veziri yanılmamış, Ölüm, tanınması çok kolay bir kılık içinde yavaş yavaş yaklaşıyormuş.
Yaklaşırken zaman zaman bir yaşlı adamın sırtına dokunuyor, elinde yükleriyle giden bir kadının kolunu hafifçe tutuyormuş. Bazen koşan bir çocuk fazla yanına yaklaşınca Ölüm ona dokunmamak için kenara çekiliyormuş..
Halife Ölüm’e doğru yürümeye başlamış... Ölüm de onu kılığını değiştirmiş olmasına rağmen tanımış ve saygıyla eğilerek selam vermiş. Halife iyice yanına yaklaşıp kulağına eğilmiş, “Sana bir şey sormak istiyorum” demiş.
“Seni dinliyorum Sayın Halife...”
“Benim baş vezirim henüz gençtir, sağlıklıdır ve bildiğim kadarıyla çok namuslu ve dürüst bir insandır. Bu sabah saraya gelirken onu çok korkutmuşsun. Neden öyle baktın ona?”
Ölüm sakin bir sesle cevap vermiş:
“Ben onu korkutmak istemedim. Onu korkutacak bakışlarla da bakmadım. Meydanda kalabalığın arasında tesadüfen yan yana geldik, onu aramıyordum. Ama birdenbire karşılaşınca şaşırdım ve ona bakarken şaşkınlığımı gizleyemedim. Onun gözlerimde gördüğü sadece şaşkınlıktı...”
“Neden bu kadar şaşırdın?” diye sormuş Halife.
“Onu burada Bağdat’ta göreceğimi hiç sanmıyordum. Onun Semerkand’da olacağını sanıyordum, çünkü onunla randevumuz bu akşam hava karardığı sırada Semerkand’da..”