Galatasaray- Fenerbahçe maçına gelir misin dediler.. Davet cazip, güzel, şık..
Anında tabii ki dedim..
Hem Arena’yı görürüm, hem de dev maça tanıklık ederim..
Hem de!..
*
Arena’ya gidiş biraz problemli, dönüş de öyle.. Biraz değil bir hayli problemli.. Arabayla gittiğimiz halde, stadın altındaki özel otoparkı kullandığımız halde, otoparktan pat diye locaya çıktığımız halde..
Metroyla gidenlerin hali perişanmış.. Binlerce kişiyi metro kaldırmıyormuş.. Hep izdiham hep izdiham..
Neyse, adım adım ilerlesek de sonunda Arena’ya vardık..
Stat şahane..
Eksiklikleri, aksaklıkları, yanlışlıkları yok değil; var ama düzeltilmeyecek işler değil.. Locaların arkasındaki yemek bölümü, yemeğin kalitesi, sunumu dört dörtlük..
Saraçoğlu’ndan daha iyi..
Tribünden sahaya hâkim olma meselesine gelince Saraçoğlu çok daha iyi..
*
Gelelim maça.. Valla Galatasaraylılar umutlu muydu bilmiyorum ama heyecanlıydılar.. Arena’da ilk derbi, hem de Fener..
Alınmalı!..
Zaten, koşa koşa gelmelerinin nedeni de buydu..
*
Bulunduğum locada Fenerliler de vardı; benim gibi gözlemci niyetine gelenler de..
Hadi Fenerlilerin adını vermeyelim; adları bende saklı diyeyim..
Dikkat ettim; aralarında kaşla, gözle işaretleşmeler, mafyavari baş sallamalar, yüz sıvazlamalar..
90 artı 4 dakika boyunca hep böyleydiler..
Sakin bir gülümsemeyle ayrıldılar..
*
Galatasaray- lılar ise önce bağırdı, gol attıklarında daha çok bağırdı.. Sonra sustular, golü yiyince ah vah ettiler, ikinci gol gelince küfrettiler, isyanları oynadılar, stadı terk ettiler..
Üç kişi hariç..
*
Biz locadayız, önümüzde kombine biletli yerler var.. Baktım, biraz önümüzde Mehmet Ali Birand, Volkan Vural ve Hasan Cemal oturuyor..
Gözleri sahadan başka toptan başka bir yeri görmüyor..
90 artı üç olmuş..
Hâlâ heyecanla, umutla, ısrarla gol beklediler..
Farzı muhal, 90 artı üçte durum iki iki olsaydı; durun daha 60 saniye var neler olmaz ki diye dibine kadar aynı umutla beklerlerdi..
Duyduğuma göre stadı da en son o üçlü terk etmiş!..
Alex ruh hastası!..
Gençliğinde böyle değildi, hastalığı giderek artmış.. Paranoya haline gelmiş..
Annen mi uzun yaşasın, baban mı?
SBS sorusu değil, 10 puanlık yarışma sorusu da değil, hayat sorusu..
Hangisi..
Seç bakalım!..
Amerikalılar araştırmış.. Erkekler evli kaldıkları zaman uzun yaşıyorlarmış, kadınlar boşandıkları zaman..
(Aslında herkesin bildiği, kanıtlanmış olan tersidir ama!. Araştırma araştırmadır..)
Bu durumda ya kadın fedakârlık yapacak ya erkek..
Hadi çocuklara sormayalım, onları karıştırmayalım; soru zor..
Birbirimize soralım..
*
Erkeklere; kısa evlilikle kısa yaşamak mı, uzun evlilikle uzun yaşamak mı?
Kadınlara; uzun evlilikle kısa yaşamak mı, kısa evlilikle uzun yaşamak mı?
*
Soruları sordum ama bu işte bi sakatlık var..
Erkeğin uzun evliliğinde kadın da uzun yaşamış olmuyor mu? Sakın..
Aynı kadın şart değil, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci kez evlenirsin ‘uzun evlilik yaşarsın’ demeyin..
Olmuyor..
Hayatı uzatmaya yaramıyor..
Beyaz eşya satıcılarına, mobilyacılara, tencere tavacılara, tabak çanakçılara yarıyor.. Bir de avukatlara..
Bedenin beyinle koşusu..
Yürümek, koşmak bedenin sporuysa, düşünmek, üretmek de beynin sporudur.
Beden-spor için söylenen her şey beyine de uyarlanabilir.
(...)
Bilimin kanıtladığı bir şey var: 3-4 kilometrelik koşunun devamında beyin mutluluk veren bir salgı üretiyor.
Sadece düşünmeye değil, mutluluğa da yarıyor.
5 adıma 14 adımlık havalandırmada koşmayı başarınca rekortmen bir atlet kadar sevinmiştim.
Koşarken bir, bir buçuk hatta iki saat beynim neler üretmiyor, kâh daldan dala düşünce kâh vaat..
Kör pencerenin dibine kâğıt kalem koydum aklıma geleni yazayım diye.
Dur kalk, dur kalk dilenci vapuruna döndüm.
Sol elinle yazmayı başardın haydi koşarken not tutmayı da başar dedim kendi kendime.
Tarifimi paylaşmak isterim.
Koşarken omuzlar onar santimlik yay çizer, kollar onu izler, eller yumuk, parmaklar içe girer... Geç bunları!
Dosya kâğıdını dörde katlayacaksın.
Bir bebek başı tutar gibi sol avucuna alıp sabitleyeceksin.
Kalemi sağ elinde süt dolu bir kaşık gibi dikkatle tutacaksın. Kâğıtta yazacağın yer bebeğin ağzı.
Kalem süt dolu bir kaşık.
Haydi kolay gelsin.
(Mustafa Balbay, DÜŞÜNÜYORUM O HALDE SANIĞIM, s.321)
*
Yaşama tutunmanın tarifini okudunuz..