Mehmet Y. Yılmaz

Mehmet Y. Yılmaz

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Hasan Bülent Kahraman, Radikal’de, Türkân Şoray’ı sevmediğini yazmış. Dün de Hakkı Devrim ona yanıt vermiş: Onun da umurundaydı sanki...
Eminim Hakkı Bey haklı, Türkân Şoray için bu yargının bir değeri yok. İsteyen sever, istemeyen sevmez diye düşünüyordur.
Bu tartışmada ‘bir iki yumruk da ben sallayayım’ niyetinde değilim. Her iki yazıyı da okuyunca ben daha çok, ‘Neden bazı insanları sevmeyiz de, bazı insanları severiz?’ sorusuna takıldım.
Bana siz de katılabilirsiniz. Birlikte düşünelim, sevmediklerimizi niye sevmiyoruz da sevdiklerimizi niye seviyoruz?
‘Ben herkesi severim’ önermesinin büyük bir riyakârlık olduğunu düşünürüm.
Kendi hayatıma baktığımda bazı insanları neden sevdiğime rasyonel bir açıklama bulamıyorum. Ya da tersi... Bana hiçbir zararı dokunmamış, hatta yakından bile tanımadığım bazı insanları neden sevmediğimi de rasyonel olarak açıklayamıyorum.
Örneğin Kurt Russel’ı sevmiyorum ama tanışabilmiş olsaydım herhalde Al Pacino ile iyi arkadaş olabilirdim. Ya da Gwyneth Paltrow’u birçok insan güzel bulmasa da ben çekici buluyorum ve seviyorum, ama bütün dünyanın güzelliği üzerinde hemfikir olduğu Claudia Schiffer’ı sevmiyorum. Elbette bu onun umurunda değil ama bu sübjektif yargım nedeniyle onu güzel bile bulmuyorum.
Elbette burada sözünü ettiğim ‘ikili ilişki biçimi’ birbirini tanıyan insanlar arasındaki ilişki değil.

Yakından tanıdığımız, dost ya da sevgili olduğumuz insanları neden sevdiğimize ilişkin rasyonel açıklamalar yapabiliriz.
Gerçi bu durumda da sevgimizin nedeni olarak açıkladığımız şeylerin ne kadarının ‘sebep’ ne kadarının ‘sonuç’ olduğunu da sabaha kadar tartışabiliriz ama olsun, birbirini tanıyan insanların birbirleriyle ilgili yargılarında her zaman bir açıklama bulunabilir..
Ben hiç tanımadığımız, karşılaşmadığımız, sadece varlığından haberdar olduğumuz bazı insanları neden sevip bazılarını neden sevmediğimize takmış bulunuyorum.
Esasen sevgi dediğimiz duygunun çoğu zaman (her zaman değil) bir nedenden kaynaklanmadığına inanıyorum. Sevgi, karşımızdaki insanlara ‘bağışladığımız’ bir duygu, bir ‘armağan’. Bu yüzden tek taraflı ve bu yüzden bunu hiç tanımadığımız insanlara da bahşedebiliyoruz ya da bazılarından kıskançlıkla saklıyoruz.

Her şey sadece bizim beynimizin içinde başlıyor ve orada bitiyor. O artık nasıl bir kimya ise ilgi alanımıza giren herkesi hızla test ediyor ve yargısını sinir uçlarımıza emir olarak yolluyor.
Bu noktada artık ‘benlik’le ilgilenmek gerekiyor diye düşünüyorum. Yani ‘zamanı aşan kişisel kimlik’le... Hayatı yeni yeni tanıyan 18 yaşındaki Mehmet ile 45 yaşında, birçok konuda saplantı derecesine varan yargılara sahip olan Mehmet’i birleştiren kimlikle... Beni, ben yapan her şeyle..
Bu öyle bir durum ki, karşı taraftan gelen sinyalleri (hayat içindeki duruş, görünüş gibi) algılama biçimimizi, algılama derecemizi belirliyor. Ve sırf bunlara bakarak bizi insanları yargılayıp tasnif etmeye götürüyor.
Bir köşe yazısı için çok karmaşık bir konu seçtiğimin farkındayım. Ayrıca bu tür bir köşe yazısının da üzerine sayfalarca kitaplar yazılabilecek konuları bir hap halinde yutturmayı başaramayacağına inanıyorum. Amacım bu konuyu birlikte düşünmek için bir giriş yapmaktı sadece...
Bunca laftan sonra şunu söylersem bana kızmayın: Sevgi için bir neden aramak yersiz. Nedenlerini aramaktansa bulunca tadını çıkarmak daha önemli...