Garson masamıza önce sızma zeytinyağı içinde tonbalığı dilimleri, gene zümrüt renkli bir zeytinyağında yüzen sardalyalar ve yeni haşlanıp yine üzerine zeytinyağı gezdirilmiş bir ılık nohut tabağı bıraktı. Ve sormadan da kırmızı şarap... Masadakiler birbirimize şöyle bir baktık. Bu balık ve bakliyatlı başlangıçlarla serin bir beyaz daha iyi olmaz mıydı? İspanyol ev sahibimiz konuşmayı kendisine çevirmemizi istedi ve güldü: “Bu daha iyi. Göreceksiniz...”
Hakikaten de karakterli ama yumuşacık, ağızdan nasıl olduğu anlaşılmadan kayıp giden, kadife tanenli bu şaraplar hem başlangıçlarla hem de sonradan gelen levreklerle harika gitti. Yemekleri ezip içim zorluğu yaratmak bir yana, 10 kişilik masamızda hesap ödenirken sekiz şişe içmiş olduğumuzu fark edince hayretler içinde kaldık. Kişi başına neredeyse bir şişe kırmızıyı yuvarlamıştık ama bana mısın dememiştik...
İspanyol kırmızıları, özellikle de Rioja’lar (riyoha okunuyor) birkaç yıl önce yaşadığım bu sahnedeki türden şaraplar. O yüzden de İspanya’da beyaza pek rağbet yok, zaten pek beyaz şarap da yok! Olsa olsa karşınıza rozeler çıkıyor.
Madrid’in kuzeyindeki Rioja bölgesinde Tempranillo, Garnacha (Grenache) ve Mazuelo üzümlerinden yapılan bu şaraplar, üzümlerin özelliklerinden dolayı çok sert ve ağır tanenli değil. Yine de mutlaka yıllandırılarak piyasaya veriliyorlar, yıllanmada da Amerika’dan gelen, şaraba hafif vanilyamsı çeşniler kazandıran meşe fıçılar kullanılıyor.
İspanyollar şarabı içmeyi, hem de bol içmeyi sevdiklerinden, lıkır lıkır içebilecekleri şaraplar üretmekte de ustalaşmışlar. Rioja’yı hem bolca içiyor hem de tüm dünyaya ihraç ediyorlar.
Metro gibi mahzenler
Bu şaraplardan birkaç çeşit 2003’te şarap ithalatı serbest bırakıldığında Türkiye’ye de şöyle bir gelmişti ama nedense ithalatçıları pek arkalarında durmadı. O yüzden yumuşak içimli Rioja’lar Türk şarap ortamında bir saman alevi gibi yanıp söndü. Ne restoran menülerine girebildiler ne de damak tadı alışkanlığı yaratabildiler. Adlarını bile ezberleyen olmadı.
Geçtiğimiz ay ise en büyük şarap ithalat şirketi Adco, saygın üreticilerden yüklü miktar Rioja’yı getirtti. Bu şarapların arkalarında durulup durulmayacağını zaman gösterecek ama gelenler bölgenin iyi örnekleri...
Başı, dev bir firma olan Compania Vinicola del Notre de Espana (CVNE) şarapları çekiyor. Firma öylesine büyük bir üretici ki, Rioja’daki toprağa gömülmüş bir fıçının üst kısmını andıran tesisinin altında, metro tüneli genişliğinde dev beton mahzenlere sahip. Milyonlarca şişe, burada olgunlaşmayı bekliyor.
CVNE’nin genç şarabı Cune Crianza 2005, daha iddialı olanı ise Cune Reserva 2004. Kakaodan mürdüm eriğine, makilik kokularından kızarmış ekmeğe uzanan koku ve tat paletleri, şarapları olabildiğince sevimli kılıyor. Imperial Reserva 2000 ise burunda dereotu, nane, okaliptüs, füme et ve meşe kokulu... Tam olgunlukta, şarabın tüm gövdesine ve gücüne rağmen tanenler kadifemsi yumuşaklıkta.
Gelen partide daha düşük verimde yetiştirilen üzümlerden yapılıp Amerikan fıçıları yerine Fransız meşe fıçılarında daha kısa ama öz dinlendirilen “modern” Rioja’lar da var. Bunlardan Muriel 2005 çok zarif, Roda Reserva 2003 ise meyvemsi ve ağaçsı tatların yanı sıra “mineralsi” tabir edilen hafif tuzlumsu tatlar da sunan eksantrik bir şarap.
Yıllar önce, dünyayı dolaşmış sıkı bir şarapsever olan büyük yazar Ernest Hemingway “İspanyol şarapları Fransızları aratmaz, üstelik onlardan çok daha ucuzdur. Dürüst şaraplardır” diye yazmıştı. Bu durum hâlâ devam ediyor ama Türkiye’ye gelen şaraplar yüksek vergi yüzünden çok ucuz sayılmazlar. Gelen İspanyolların fiyatları, 30 ile 130 liralar arasında...
Rioja şaraplarının gelişi, birçok kişiye göre dünyanın en iyi şaraplık siyah üzümü olan Tempranillo’yu keşfetmemizi de sağlayacak. Kim bilir, belki şarapseverler gibi şarap üreticilerimiz de bu üzümü keşfederler, böylece birkaç yıl içinde yerli Tempranillo’ları, hem çok daha ucuza yudumlarız... Eh, nasıl olsa serde balığı kırmızı şarapla yemek de var!