Bir ülkede demokrasi ve hukuk işlemiyorsa, ekonomik gelişme ve kalkınmanın da yürümeyeceği konuşuluyor. Hatta konuşmanın ötesinde, ülkemizde bunun sonuçları da beliriyor. Peki, bunun böyle olduğu ilk kez mi anlaşılıyor? Hayır.
Tarihten çarpıcı bir örnek...
CHP’nin 1930 yılında hazırlanan “İktisadi Program”ı hukuk ile ekonominin bütünleşmesini sağlamayı amaçlamıştı. Programın üçüncü maddesi bakınız ne diyor: “Adalet devletin bütün hayat ve faaliyet şubelerinde olduğu kadar ve bilhassa iktisadi hayat ve faaliyetin de temelidir. En iyi kanunlar ve adilhakimler, iktisadi teşebbüs ve inkişafın başlıca muhafızı ve müşevviki (özendiricisi) olmalıdır.”
1930’ların tartışmalarında şu sözler de kayda geçmiş:
- Hukuk ve adaletin olmadığı bir düzende torpil, kayırma, ihale yolsuzluğu olur. Adil rekabet olmaz. O zaman yatırım, üretim, kalkınma da olmaz...
Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet yönetimi bu ilkeyi özenle uygulamıştı...
BİZİM EYFEL...
Artık Fransa’nın Eyfel Kulesi’nden de yüksek bir kulemiz var. Küçük Çamlıca’daki televizyon kulesinin yüksekliği antenin de monte edilmesiyle Eyfel’i geçerek 365 metreye ulaştı. Açılışın temmuzda yapılacağını Ulaştırma Bakanı Cahit Turhan geçenlerde bizzat açık
Suriyelilerden şikâyetler malum... Deniyor ki: “Türk askeri Suriye’de savaşırken, onlar burada keyif çatıyor. Mehmetçik şehit olurken, onlar burada, Suriye bayrağıyla yılbaşı kutluyor... Hastanelerde, okullarda Suriyelilere avantaj sağlanıyor... vs...”
Avrupa’da bu konularda saldırılara hedef olan dostumuz Erdinç Utku, konuyla ilgili mesaj göndermiş. Bakın ne diyor: “Irkçılık ve nefret söylemi insanlık suçudur. Hiçbir gerekçe onu maruz gösteremez. Nasıl ki Avrupa’da terör estirenler yüzünden tüm Müslümanlar ve Türkler damgalanmamalıysa, aynı şekilde cihatçı Suriyeliler yüzünden tüm Suriyeliler etiketlenmemeli. Avrupa Birliği, Türkiye ve hatta Birleşmiş Milletler’in sığınmacı krizini iyi yönetememesi ve Türkiye’nin bu konudaki yönetimsel hatalarının bedeli Suriyelilere ödetilmemeli. Onlar buraya keyiflerinden gelmediler. Yuvaları dağıtıldı, göçmeye zorlandılar. Hangi nedenle olursa olsun, genelleme yapıp, Suriyelileri toptan hedef göstermek ve suçlamak ırkçılıktır. Yurtta ve dünyada mülteci krizini yaratanları ve iyi yönetemeyenleri suçlayın ama lütfen tüm bir ulusu damgalamayın...”
4 milyon Suriyeliyi paketleyip sınır dışı edemeyiz... Suriyelileri barışçı şekilde geri döndürecek
ABD Başkanı Trump, Suriye’den çekilme gerekçelerini açıklarken:
- Orada sadece kum ve ölüm var, diyor...
Suriye’den IŞİD’i temizlemenin Şam hükümeti, İran ve Rusya’nın işi olduğunu bildiriyor.
Ne var ki bu konuda Türkiye de devreye sokuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD Başkanı Trump’la 14 Aralık’ta yaptığı görüşmede, Trump’ın “IŞİD’i siz temizler misiniz?” diye sorduğunu, kendisinin de olumlu yanıt verdiğini söylemiş, “Önümüzdeki aylarda hem PKK/PYD örgütlerini hem DAEŞ kalıntılarını ortadan kaldıracak bir harekât tarzı izleyeceğiz” demiştir. Harekâtın masrafını da biz karşılayacağız... Kafalarda büyüyen soru işaretlerine gelince...
IŞİD’in yuvalandığı yer Suriye’de sınırımızın yaklaşık 300 kilometre güneyinde. IŞİD şu anda Türkiye’ye karşı bir tehdit değil. Ancak hücum edersek uyuyan hücreler uyanabilir.
Ayrıca biz müdahale etmesek de Suriye ordusu günün birinde IŞİD’in elindeki toprakları geri alacaktır. Bizim Şam hükümetinin işini yüklenip IŞİD’e savaş açmamızın mantığı ne olabilir?
Daha da kafa karıştırıcı konu; Suriye’de önümüze ağır silahlarla donatılmış YPG birlikleri çıktığında ne yapacağız? ABD sık sık Kürtleri ezdirmeyeceğini tekrarlıyor... Hem ABD himayesindeki YPG hem İŞİD’le
İnternette hemen herkes izledi... Yılbaşı gecesi Taksim Meydanı’nda Suriyeli gençler halka olmuş, ÖSO bayrağı açıyor ve “Suriye Suriye” diye dönerek eğleniyorlar. İzleyenler tepki gösteriyor... Oysa bunlar daha iyi günlerimiz... Daha kim bilir neler göreceğiz...
Eğitimci Profesör Selçuk Şirin anlatıyor:
- Son beş yıl içinde bize Suriye’den 3 milyon nüfus katıldı. Bu 3 milyonun yaklaşık 2 milyonu çocuk yani 18 yaş altında.
Peki bu çocuklar kim? Yaptığımız araştırmaya göre bu çocuklardan yüzde 74’ü ailesinden birini kaybetmiş, yüzde 30’u şiddet mağduru, bu çocukların yarısı klinik manada depresyonlu yani kendisini öldürmek istiyor, uyuyamıyor, yemek yemiyor, vs.
İlkokul çağındakilerin yalnızca yarısı okulda, onlar da derme çatma okullarda...
Ortaokul çağındakilerin yüzde yetmişi, lise çağındakilerin yüzde doksanı okulda değil... Neticede karşımızda ağır darbeler yaşamış, okumayan, eğitim görmeyen yüz binlerce çocuk var...
Gazeteci soruyor:
- Ne olacak bu çocuklar?
Yorgun ve uzun gecenin ardından bu yıl aramızdan ayrılan sevgili Aydın Boysan ağabeyimizi ve ondan dinlediğimiz fıkraları anımsamak en iyisi... Değerli sahne sanatçımız Bedia Muvahhit’e turnede bir taşra dilberi kıkırdayarak demiş ki:
- Ben de tiyatrocu olmak istedim ama ailem orospu olursun diye karşı çıktı. Bedia Hanım merakla sormuş:
- Ailenizi sonra nasıl ikna ettiniz?
***
Doktor ameliyat öncesi hastasının üzerine eğilmiş konuşuyor:
- Ahmet, korkacak bir şey yok, gayet basit bir ameliyat. Hasta doğrulmuş:
- Fakat doktor benim adım Ahmet değil.
- Biliyorum, Ahmet benim adım.
İki yıl önce akademik bir toplantıda din ulemasının asırlardır tartıştığı bir konuya giren: “Kuran‘ın manası vahyedilmiştir, lafzı değil” görüşünü dile getiren tefsir profesörü Mustafa Öztürk’ün başı dertte.
Prof. Öztürk’ün, “Kuran’ı peygamber uydurdu” dediği ileri sürülerek cahil insanlara hedef gösteriliyor. Diyanet Din İşleri Yüksek Kurulu, adını vermeden Öztürk’ün aleyhinde bir açıklama yapmış. Konu bir grup tanınmış ilahiyatçının yer aldığı “Fukaha” adlı WhatsApp grubunda tartışılmış. Bir ilahiyatçı, Öztürk için, “Ulema sorgulasın. Tövbe etmezse katledilmeli” diye fetva vermiş. Prof. Mustafa Öztürk bir yandan ülke dışına çıkacağı mesajları verirken, bir yandan da acı acı yakınıyor: “Bir kişinin dini görüş ve düşünceleri belli bir grup tarafından tasvip edilmediğinde, söz konusu kişi için beddua ve lanet seanslarına başlanmaktadır. Ardından siyasi ve idari mercilere şikâyetler yağdırılmaktadır. Bugün birçok dini grup ve cemaat kendi din anlayışını pazarlamakta, bunu yaparken de başka grup ve şahısları saf dışı bırakmaya çalışmaktadır. Dinin birtakım cemaatler nezdinde rant kaynağı olduğu izlenimi uyanmaktadır.” Gelinen nokta, “dinin kişisel ve özel yaşam alanına çekilerek dini
İnternette bir videobant izleniyor... Alengirli röportajlar yapan bir sunucu Milli Piyango satan bayinin yanına gitmiş, piyangonun İslamiyet’e aykırı olduğunu anlatıyor.
Aynı anda çevredeki hanımlar isyan ediyor. Sunucunun üzerine yürüyor. O hengâmede kimsenin aklına:
- Yahu bu piyango biletlerini devlet basıyor, gelirini devlet alıyor, gidin derdinizi devlete anlatın, demek gelmiyor.
Sadece Milli Piyango değil... On Numara, Şans Topu, Süper Loto, Sayısal Loto, Kazı Kazan, İddaa hepsi devletin düzenlediği şans oyunları.
Para yatıranlar sonuçta hem devletine hem milletine katkıda bulunuyor!!
DİLİN FRENİ
Yazarlar, çizerler, konuşmacılar ve özellikle mizahçılar ekranda radara yakalandıkça dile getirilen bir tavsiye var:
- Canım o da ileri gitmeseydi. İnsan konuşurken biraz diline hâkim olur. Ölçülü konuşur. Devir malum...
ABD Başkanı Trump attığı tweet’te şöyle diyor:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan beni bilgilendirdi, IŞİD’den geriye ne kaldıysa temizleyecekler, o bunları yapacak güçte bir adamdır, Türkiye komşu kapısıdır.”
Trump tweet’i bir zafer cümlesiyle bitiriyor: “Askerlerimiz eve dönüyor.”
IŞİD’e gelince... Şu anda uykuya yatmış görünüyor. Yarın ne şekil alır bilinmez. Kaldı ki Türkiye’nin tek derdi IŞİD değil, daha önemlisi YPG ve PYD’dir...
Bölgenin manzarası mı?
Amerikan askeri çekiliyor ama ABD çekilmiyor. ABD üsleri orada duruyor.
YPG aldığı muazzam silah desteğiyle sipere yatmış bekliyor... Bu koşullarda daha akılcı yol ne olabilir? IŞİD ve YPG’ye karşı ne kadar süreceği ve nelere mal olacağı belirsiz bir savaş mı?
Yoksa Şam hükümetine destek vermek, Suriye ordusunu kendi topraklarına hakim olmaya davet etmek mi?