- Siyaset bize ters iş abi.
- Dediler konu DYP, sana uyar.
- Dedim hoooppp! DYP bize uymaz.
- Dediler abi yanlış anladın, konu hükümet.
- Ee, n'olmuş yani dedim.
- Dediler, Abi, koalisyon batakta.
- İnanamadım, atladım gittim Meclis'e...
Askeri komutanlar... Cumhurbaşkanı... Sendika liderleri...Muhalefet liderleri.. Sivil kuruluşlar... Vatandaşlar... Ülkenin yüzde 80'inini oluşturan çoğunluk hep bir ağızdan aynı düşünceyi seslendiriyor:
- Refah Partisi "laik demokratik cumhuriyeti" dine dayalı bir devlet düzenine doğru götürüyor, bu yoldan vazgeçin, diye bar bar bağırıyor...
Refah tarafı hiç oralı değil... Necmettin Erbakan ayağını frene dokundurmaya bile gerek görmüyor. Aklıbaşında insanlar tabii ki Erbakan'ın hangi hesap ve mantıkla hareket ettiğini anlamakta zorlanıyor... Tahminlere gelince... Bir fantezi tahmin şu:
- Refah Partisi icraatla oyunu yüzde 30'ların üzerine çıkarmaktan umudu kesti. Bir ordu darbesiyle mazlum duruma düştükten sonra yeniden demokrasiye geçilirken oy patlaması yapabileceğini hesaplıyor. Askeri yönetim sürecinde iyi örgütlenmiş kadrolarıyla ve " Memleketi tam düzeltecektik ordu engel oldu" propagandasıyla daha hızlı büyüyeceğini düşünüyor...Normal mantığın kabul etmeyeceği bu mantığı RP'liler ciddi ciddi benimsemiş olabilir mi?Oğuzhan Asiltürk'ün önceki gün sarfettiği:
"160 milletvekiliyle gider 360 milletvekiliyle geliriz" sözlerinin altında bu hesap mı var?
Bilinmez.. Ancak RP'liler
Dilek Türker'in sahneleyeceği "Kuvayı Milliye Kadınları" adlı tek kişilik müzikli oyunun tanıtımı önceki akşam Çırağan Sarayı'nda yapıldı. Zübeyde Hanım'ın, Halide Edip'in ve Kurtuluş Savaşı'na katılmış çok sayıda "isimsiz" Anadolu kadınının öyküsünü sahneye taşıyacak olan oyunun yazarı Nezihe Araz'la arkadaşımız Aydın Arıcıoğlu konuşuyor:
- Ne zamandır bu oyunun üzerinde çalışıyorsunuz?. - 7 yıldır. "Kuvayı Milliye Kadınları" o dönemin gazetelerinin, kitapların, mektupların, Mustafa Kemal'in bu isimsiz kadınlara çektiği telgrafların taranması sonucu oluştu. 30 kadının hayatını toplayabildim bu süre içinde; oyunda 8'inin öyküsü var. Gönül isterdi ki, okullarda okutulan kitaplarda da bu kadınlardan hiç olmazsa birkaçının adı geçsin, öyküleri anlatılsın...
- "İnsansız" resmi tarihte "isimsiz" kahramanların bulunmaması normal değil mi?..
- Maalesef normal görünüyor. Ama bir yandan da "Bugünkü kuşaklar Cumhuriyet'in oluşum mücadelesini bilmiyor, Atatürk'ü anlamıyor!" diye yakınıyoruz. Yalnızca "Atatürk büyüktür!" demekle ne geçmişi, ne de bugün yaşadıklarımızı anlayabiliriz. Çoğu Türk genci bugün İsmet Paşa'nın İnönü zaferi öncesi Atatürk'e gidip, "Savaşta bazen öyle bunalıyorum ki,
Yargıtay üyesi Şevket Gökkaya güncel tartışmaların kendisine hatırlattığı bir anısını nakletti...
Yıllar önce Avrupa'da "evlat edinme" ile ilgili uluslararası bir hukuk kongresine katılmış Şevket Gökkaya... Oturum aralarında yargıçlar birbiriyle sohbet ederken Lübnan'lı bir hukukçu şu ilginç gözlemini aktarmış:
- Lübnan'da yaklaşık 11 ayrı dinsel cemaat vardır. Her cemaate kendi hukuku uygulanır. Bu konuda karşımıza fazla sorun çıkmaz. Ancak çoğu zaman da iki ayrı hukuka bağlı kişi arasında sorun çıkıyor. İşte o zaman şaşırıp kalıyoruz. O takdirde hangisinin hukukunu uygulayacaksınız? Büyük bir çıkmaza giriyoruz... İşte o zaman düşünüyoruz ki...- Ne düşünüyorsunuz
- Bizim ülkemizden de bir Atatürk'ün geçmesi lazımmış...Fıkra değil, yaşanmış olay...Mesut Yılmaz' ın kardeşi Turgut Yılmaz geçenlerde Cavit Çağlar' ın televizyonu NTV'de anlattı...
"İki erkek çocuğum var, bir de erkek çocuğumuzun olmasını eşim de ben de çok istiyoruz. Derken, eşim hamile kaldı...Doğum yapmasına saatler var, ağabeyim de İstanbul'da, bizim yanımızda...Ama ani bir işi çıktı, Ankara'ya dönmesi gerekti.Hanım, doğum yaptı...Bir erkek çocuğumuz olmuştu, çok mutluyduk. Akşam ağabeyim telefonla aradı,-Ne haber
Cumartesi annelerinin kayıplarını bulmaya yardımcı olmak için geçen Cumartesi günü dertli annelerin toplandıkları yere polis otosu gönderildi. Ama kimse polisten yardım istemedi. Durumu izleyen muhabirimiz yaşlı bir anneye sordu:
- Neden yardım istemiyorsunuz?
Kadın dedi ki:
- Kendi kayıp müdürünü veya evli kadını kaçıran arkadaşlarını bulamayan polis benim oğlumu nasıl bulacak? Sonra da halk ağzıyla mırıldandı:
- Kelin merhemi olsa kendi başına sürer?Nazım Hikmet'in ünlü dizeleri bir zamanların ünlü sloganıydı:
"Sen yanmasam, ben yanmasam, o yanmasa, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..."
Yılar geçti... Ve slogan bugün:
Aşağıdaki kedi hakları bildirgesini bir ilkokul öğrencisi oda kapısına asmış. Babası da pek beğenmiş, bir kopyasını bize yollamış.
1) Bütün kediler özgür ve eşit haklara sahip olarak doğarlar ve daima öyle yaşarlar. Ciğercinin kedisi ile sokak kedisi arasındaki farklar, kedilerin sahiplerinden ya da sahipsizliklerinden doğan farklardır. Hiçbir kedi sahibinin yukarıda belirtilen özgürlüğe aykırı bir şekilde kendisinden kayıtsız itaat bekleme hakkı yoktur.
2) Sahibinin kediye bağımlılığı, kedinin, nankörlük olarak adlandırılsa bile bağımsızlığını zedeleyecek bir karşılıklılık için gerekçe olarak kullanılamaz.
3) Her kedinin ve kedi topluluğunun doğal ve zaman aşımına uğramaz hakları, hürriyet, zürriyet, güvenlik ve zulme karşı direnmedir. Bu haklardan sadece zürriyet koşullara bağlı olarak ve veteriner aracılığıyla kısıtlanabilir.
4) Bir tür hayvan olan insan, bir başka tür hayvan olan kedinin hayvanlığına, varoluşuna ve haklarına saygı duymak zorundadır.
5) İnsanın kendi türüne reva gördüğü aşağılayıcı ve kötü davranışlar, kedi - insan ilişkisi için şu veya bu şekilde bir ölçüt olarak kullanılamaz.
6) Bir kedinin öldürülmesi, "blocide", yani yaşama karşı işlenmiş bir suçtur. İster
Mustafa Kemal'li yıllarda kendimize, ulusumuza güvenir, geleceğe inançla bakardık. "Muasır medeniyet" seviyesine ulaşmak temel hedefti ve yürekten inanırdık ki; o hedef ellerimizi uzatsak yakalayabileceğimiz kadar yakındı...
Paramız "pul" değil paraydı. İnsanımız "parya" değil, başı dik yurttaştı.
Aradan yıllar geçti; geldik bugüne. Manzarayı uzun boylu anlatmaya gerek var mı?. Bu noktada.. Türkiye Sorunları dizisinin son sayısından Mustafa Gazalcı imzalı makaleyi özetle aktarıyoruz. Nereden nereye geldiğimizin belgesi olarak...
Önce.. 2 Eylül 1925 ve 19 Şubat 1932 tarihleri arasındaki kısacık dönemde atılan "çağdaşlık" adımlarına bakalım. Gazalcı sıralıyor:
2 Eylül 1925 - Tekke ve Zaviyelerin kapatılması.5 Kasım 1925 - Ankara Hukuk Fakültesi'nin kurulması.4 Ekim 1926 - Türk Yurttaşlık Yasası'nın kabulü.10 Nisan 1928 - Anayasa'dan "Devletin dini İslam'dır" ilkesinin kaldırılması.1 Kasım 1928 - Yeni Türk harflerinin kabulü.1 Ocak 1929 - Millet Mektepleri'nin açılması ve okuma - yazma seferberliği.26 Eylül 1932 - Türk Dil Kurumu'nun açılışı.19 Şubat 1932 - Halkevleri'nin açılışı...Ve gelelim.. Çok partili düzene geçtiğimiz 1950'den sonra aynı alanlarda atılan "adım"lara:
1950 - Ezanı
Bir adı "Şaibe Hanım" ise, diğer adı da "Cahile Hanım"... Kitap yazmadan profesör olmayı, çalışmadan trilyoner olmayı, siyaset kavramlarını bilmeden parti lideri, hatta başbakan olmayı becerdi. Ama en basit kavramlarda yanlışa düşmemeyi beceremiyor. Son incisi dünkü gazetelerde yer aldı:
- Din üzerinden siyaset yapmayalım, ama laiklik üzerinden de siyaset yapmayalım. Laikliği siyasallaştırmayalım... Sanki iki lafın biri, "Ezan - bayrak" edebiyatı yapan o değil. Ramazanda iftar şovlarında iki elini göğe açarak poz veren de o değil. Hele şu lafa ne buyrulur:
- Laikliği siyasallaştırmayalım!.. Cahile Hanım anlaşılan laikliğin anayasada ve siyasi parti programlarında yer alan, "dinin siyasete karıştırılmasını önleyen" başlıbaşına siyasal bir kavram olduğundan habersiz... Söylediği "demokrasiyi siyasete karıştırmayalım" ya da "siyasi partileri siyasete bulaştırmayalım" türünden bir tutarsızlık komiği... Üstelik 1994 yılında Taksim'de "Laiklik mitingi" yapan da Cahile Hanım'ın bizzat kendisi...
Bırakınız bir siyasetçiyi, bir emlakçı bile bu kavramları karıştırmaz. Böylesi hataya düşmez. Cahile Hanım da meslek itibarıyla "emlakçı" sayılır. Ama kültür düzeyi zayıf bir emlakçı...
Afganistan'