"Aydınlık Türkiye için 1 dakika karanlık" eylemine pek sıcak bakmadığı anlaşılan televizyon kanalında akşam haberleri.. Spikerin okuduğu haber gerçekten ilginç:
"Siz her akşam saat 21'de evinizin ışıklarını yakıp söndürerek ne yaptığınızı biliyor musunuz? Bu yakıp söndürme eylemine katılım ülke çapında yüzde 20 düzeyine ulaşacak olursa; santraller devre dışı kalır, elektrik sistemimiz tümüyle çöker, ülke karanlığa gömülür!.."
Ve arkasından "liberal" yorumcumuz, görüşünü açıklıyor:
- Elektrik sistemi çöker mi, bilemem. Ama bence bu tür eylemler, sokağa taşarsa siyasal sistem tehlikeye girer. Yapmayın, etmeyin! "Işık söndürenler - söndürmeyenler" diye karşı karşıya gelmeyin. Üç askeri darbe gördük, yeter artık!..
"Aydınlık Türkiye" eyleminde somutlanan özlemlerin "kirlenmiş" siyasal sistemin temizlenmesine ne ölçüde katkıda bulunacağını elbette zaman gösterecek. Biz işin "teknik" tarafını araştırmak üzere Elektrik Mühendisleri Odası yöneticisi Hüseyin Yeşil'e danışıyoruz:
- Gerçekten de bu "yakıp söndürme" eylemi, yüzde 20 katılımla elektrik sistemimizin iflası sonucu mu doğurur?. - Kesinlikle hayır. Bakınız; Türkiye'de tüketilen enerjinin yüzde 20'si konutların aydınlatmasında
Arnavutluk Devlet Başkanı Sali Berişa, 1994 yılında İngiltere'yi ziyaret ediyor. Bu ziyarette Kraliçe'ye gümüş bir kutu hediye ediyor. Başbakan Major'a bir çakmaklı tabanca, Tarım Bakanı Hogg'a da bir benzeri Topkapı Sarayı'nda bulunan işlemeli bir hançer...
Sali Berişa'nın verdiği üç armağan da Osmanlı döneminden kalma nadide parçalar...
O günden bu yana bir kuşku giderek artıyor...
Ve nihayet İşçi Partisi'nden Denis Mc Shane'in verdiği bir soru önergesiyle konu İngiltere'de tartışma gündemine giriyor.
- Acaba Muhafazakar Parti Arnavutluk Rejimi'ni aldığı armağanlar hatırına mı bu kadar yürekten destekliyor? diye soran İngiliz milletvekili ekliyor:
- Ayrıca bu armağanların Arnavutluk'ta müzelerden çalınmış parçalar olması kuvvetle muhtemeldir. Eğer öyleyse bunlar geri verilmelidir...Arnavutluk Devlet Başkanı, İngiliz yöneticilere gerçekten çalıntı tarihi eserleri mi armağan etmiştir?
Arnavutluk'ta Arkeoloji Müzesi'nin eski müdürü olup halen muhalefet lideri konumundaki Neritan Ceka:- Bu eserlerin müzeden çıkarılmış olması çok muhtemeldir. Ancak daha önce görmemiz lazım, diye konuşuyor.
Gazetecilerin başkalarıyla sohbet etmek için özel bir çaba göstermesine gerek yoktur. Çünkü karşısındakinin gazeteci olduğunu öğrenen vatandaşın zaten söyleyecek çok şeyi vardır; gazeteci ağzını açmadan o sohbeti alır götürür. Bu arada her mesleğin, her tipin gazeteciyle diyalogda kendine özgü bir üslubu vardır, ki, arkadaşımız Aydın Arıcıoğlu işte onları derlemiş:
Taksi şoförü:
- Sizin iş de zor gerçekten.. Haa.. Abi, yeri gelmişken.. Biz de hergün binbir türlü olayla karşılaşıyoruz. Diyorum ki, bir fotoğraf makinesi alsam, torpidoya koysam.. Önemli bir olay görünce fotoğrafını çekip gazeteye getirsem.. Kaç para verirler?.. Mahallenin bakkalı:
- Elimde accaip bi iş var abi. Hafta Sonu'nda tanıdığın var mı? Bizim karşı apartmanda.. Neyse.. Boşver.. Yoğurt mu demiştin?.. Çok önemli şahsiyet:
- Memleketin önemli meselelerine karşı yeterince duyarlı davranmıyorsunuz! Mesela geçen gün bizim basın toplantısına niye gelmediniz?.. Üniversite öğretim üyesi Profesör Falanca:
(Konuyu bütün ayrıntılarıyla anlattıktan sonra..)
- Ammaaaa.. Bunları yazılmamak kaydıyla anlattım tabii ki!.. Halkla İlişkiler yetkilisi:
Amerikalı bir diplomatın kaleme aldığı, Ankara'da diplomatik çevrelerde elden ele doşayan Türkiye'ye özgü trafik kurallarının bir bölümünü dün yayınladık. "Korna kullanımı"na ilişkin ikinci bölümü de birlikte okuyalım...
1. Korna her aracın en gerekli parçasıdır ve sürücüler, araç kullanma becerilerini devam ettirmek maksadıyla sürekli olarak korna kullanımı ile ilgili pratik yapmalıdır.
2. Sürücüler, kornanın her zaman iyi olarak çalıştığını güvence altına almalıdır. Kornası bozuk veya 200 desibelin altında ses veren araç yoğun trafikte kontrolsüz halde kalmış demektir.
3. Sürücüler kornayı aşağıdaki sebepler için kullanabilirler;
a) Evliliklerde, futbol maçları sonunda ve politik ralilerde, sürcüler gündüz veya gece konvoy halinde giderken duygularının bir ifadesi olarak kornaya sürekli basarlar.
b) Trafiğin tıkandığı zamanlarda yüksek sesli ve saldırgan korna yolu açar. Trafiğin tamamen sıkışması halinde, korna el hareketleri ile desteklenerek araçların yürümesine yardım edilir.
c) Trafik ışığında bekleyen araçlar, lambanın ilerisinde bekleyen araçları, yeşil ışık yanmadan üç saniye önce kornaya basarak uyarmalıdır.
İşçi Partisi bütün yurtta yeni bir kampanya başlattı:
" Cumhuriyet Devrimi kanunları uygulansın..."
Halen yürürlükte ve geçerli olan ancak uygulanmayan kanunlar nasıl bir "Cumhuriyeti düzeni" öngörüyor... Hangi değerleri savunuyor. İşçi Partisi'nin yayınladığı bildiride bunların bir dökümü yapılmış... Bakınız neler:
1. Cumhuriyet Devrimi'ne göre, din ile dünya işlerinin ayrılması anlamına gelen laiklik ilkesi uygulanmalıdır.
2. Devlet hiçbir dinin, mezhebin taraftarı, koruyucusu veya yardımcısı olamaz. Devlet din ve mezheplerin dışında ve onlar karşısında tarafsız olmalıdır.
3. Herkes vicdan, kanaat, dini inanç veya inanmama özgürlüğüne sahip ve dini inançların bilimsel köklerini açıklamada özgür olmalıdır. Kimse dini ayin ve törenlere katılmaya, dini emirleri yerine getirmeye veya inanç ve kanaatini açıklamaya zorlanamaz.
4. Ruhban sınıfı kabul edilemez, maaşlı din adamlığı kaldırılmalıdır.
Gözaltında öldürülen meslektaşımız Metin Göktepe'nin davasına dün Afyon'da devam edildi. Arkadışımız Aydın Arıcıoğlu dava öncesi müdahil avukatlardan Kamil Tekil Süreç ile konuştu:
- Bugünkü duruşmaya sanık polislerin de getirilip getirilmeyeceği konusunda bir fikriniz var mı?
- Geleceklerini sanmıyorum. Cinayetle suçlanan on sanık polis, 24 Ocak'ta Eyüp'te talimatla ifade verdi. Buraya gelmemek için gidip orada ifade verdiler. O yüzden buraya geleceklerini sanmıyorum. - Size sanıkların Eyüp'te verdikleri ifadeler ulaştı mı?
- Hayır bize haber vermeden ifadeleri alındı ve bu ifadeleri gizlice zabıtlardan fotokopisini çekerek aldık. Bu ifadelerden açıkça gördüğümüz şu, hakim, kendilerine herhangi bir soru sormamış, "Ne isterseniz anlatın" gibi bir tavır takınmış. Polisler de "Olayla bir ilgilerinin olmadığı" yönünde ifade vermişler. Tabii bu şekilde ifade verilmesi gerçeği ortaya çıkarmayacak. Gerçek, ancak sorular sorarak, tanık yüzleştirmeleri yaparak ortaya çıkarılabilir. Altı yedi tane tanık var, görürsek polisleri tanırız diyorlar. Onların yüzleştirilmeleri lazım. Cinayet ciddi bir suçlamadır. Cinayet sanıklarının mahkeme huzurunda ifade vermeleri gerekir. Bugünkü duruşmada
Geçen yüzyılda sömürge ülkelerine giden Batılı zenginler peşlerine takılan sefalet içindeki çoluk çocuğun üzerine bir avuç bozuk para fırlatır, paraları kapmak için onların birbiri yemesini tiyatro keyfi içinde seyrederlermiş. Bizde de benzer bir Ramazan eğlencesi icad oldu. Falanca zengin, üç beş kuruş verip bir kamyonet ekmek alıyor, fakir semte gönderip dağıttırıyor. Akşam da ekran başına oturup yüzlerce zavallının bir ekmek için birbirini yemesini izliyor. Hem de milyonlara izlettiriyor.
Diyarbakır'dan sonra Mersin ve İzmir'de aynı sahneler yaşandı.
Çocuklar ve kadınlar "bir ekmek" için az daha birbirini öldürüyordu.
İnsanlar bu kadar mı aç?
Bir dostumuz "bir ekmek için" meydana gelen öldüresiye kavganın sebebinin açlıktan başka birşey olduğunu söyledi dün. Dedi ki:
- Bu insanların korkusu bir ekmek kapamamak değil. Kapamamış olmanın psikolojik ezintisini yaşamak bence... Bunlar hayatta ezilmiş, başarısız olarak damgalanmış, ellerinden herşeyleri alınmış, enayi yerine konulmuş insanlar. Bunları vapura binerken de görebilirsiniz. Yer kapmak için birbirini çiğnerler. Yer kapamazlarsa beceriksizlikleri bir kez daha tescil edilecek. Ayakta kalmaktan değil işte o duruma düşmekten
Star Televizyonu muhabiri Işın Gürel'in uğradığı vahşi saldırıyı ekranlarda izledik. Işın Gürel bu saldırı sonucu sırtüstü yere düştü, dakikalarca orada kaldı, sonra arkadaşlarının yardımıyla hastaneye götürüldü. Ve kameraman bütün bu süreçte olaya müdahale etmedi, sadece objektiften Işın'ı izledi. Acaba doğrusu bu muydu? Yoksa kamerayı bırakıp arkadaşına yardım etmesi mi gerekirdi? Meslektaşlara sorduk... Aldığımız yanıtlar:
Yazgülü Aldoğan: Böyle olaylarda hep akla gelen bir soru bu: Yani gazeteci "önce insan" mıdır, yoksa gazeteci midir? Bence duruma göre karar vermek lazım. Yani o anda bir hayat kurtarılması sözkonusu değilse gazeteci görevini yapmaya devam edip, o "tanıklık"la daha fazla işe yaramayı düşünmeli. Sincan'daki arkadaşların yaptığı gibi...
Haluk Şahin: Bu olayda "meslek ahlakı" meselesinden ziyade, bir "şok" etkisi var sanıyorum. Herşey çok kısa bir zaman dilimi içinde oldu. Zaten elinde kamera olan insanların bunu bırakabilmeleri çok zor. Bu gibi durumlarda iki "etik" birbiriyle çarpışıyor. Bir yandan gazeteciye deniyor ki, "Sen etrafta ne olursa olsun işini yapmaya devam edeceksin. Senin görevin o işi yapmaktır. Onu iyi yapmazsan, iyi yurttaş da olamazsın..." Bir