Gazi Üsteğmen Avukat Serdar Öztürk birkaç gün önce sade bir düğünle küçük oğlu Berkay Öztürk’ü evlendirdi. Düğün, Ankara’da orduevinde yapıldı.
Mezuniyet töreninden sonra kendi aralarında kılıç çatıp Subay Andını okudukları ve “Mustafa Kemal’in aserleriyiz” dedikleri için TSK’dan atılan teğmenler de düğüne davetliydi.
Dönem birincisi Ebru Eroğlu düğün için İstanbul’dan kalkıp Ankara’ya gelmişti.
Ne var ki teğmenler Orduevi’ne giremeyip kapıdan dönmek zorunda kaldılar.
Ordu ile ilişkisi kesilen askerler ordu evlerine alınmıyordu. Ancak bir düğüne davetli olan eski askerler neden içeri alınmaz? Gelin de şaşırmayın.
Bu haberi veren Gazeteci Müyesser Yıldız bir başka olay aktarıyor.
Balyoz kumpasıyla hapsedilen ve hapishanede kansere yakalanıp hayatını kaybeden Tuğamiral Cem Aziz Çakmak, 10. ölüm yıldönümünde kabri başında anıldı.
Anma sırasında Merhum Çakmak’ın eşi Sevgi Çakmak&rs
6 Temmuz’da 30. ölüm yıl dönümünde andığımız Aziz Nesin aydının ve yazarın sorumluluğunu anlatıyor:
Aydın olma durumumuzu neye borçluyuz? Okuyamayanlara borçluyuz. Bir sürü insan okuyamadı. Bir sürü insan kitap bulamadı. Onların haklarını alarak biz aydın olduk.
Askeri okulda, parasız yatılı okullarda okuduğum için çocukluğumdan beri düşünmüşümdür: ‘Beni kim okutuyor? Bana kim yediriyor?’ Çünkü her zaman, Türkiye’nin ortalama toplumsal yaşamından üstün yaşadım ben. Çok yoksul bir ailenin çocuğu olduğum halde, çok iyi yaşadım. Çok iyi yemek yedim. Spor yaptım. O zaman bize şunu öğretiyorlardı; devlet veriyor bize, devlete borçluyuz. Sonra düşündük ki, devlet diye bir şey yok aslında. Devlet, soyut bir kavram. O zaman beni kim besliyor? Ben kime borçluyum? Tabii anladık ki, vergi ödeyen ama kendi köyünde okulu olmayan ya da okulu kötü olan okulların, çocukların haklarını yiyerek, içerek aydın oluyoruz.
Aydın olarak toplumsal bir
Ergenekon davası 2008 yılında tutuklamalarla başladı, 12 yıl devam etti, yüzlerce, binlerce gözaltı, tutuklama, duruşma yapıldı. Mahkeme 2019 yılı 1 Temmuz günü Ergenekon diye bir örgüt bulunmadığına karar verdi ve 235 sanığın tümünün beraatine karar verdi.
Geriye trajik anılar kaldı...
İlhan Selçuk’un gece yarısı yataktan kaldırılıp tutuklanışı... Türkan Saylan hocamızın evinin suçlular gibi aranışı... Toprağı kazınca şıp diye bulunan bombalar... Sahte kanıtlar... Yalancı tanıklar... Hapiste ölenler... Sakat kalanlar... Oğlu haksız yere tutuklandığı için kahrından ölen yaşlı insanlar... İntihar edenler. Yıllarca vatan haini muamelesi gören masumlar...
Bu davanın bir kumpas senaryosu olduğunu yargı 12 yıl sonra anladı!
Bu süreçte nice hayatlar çalındı, nice masum insan ömür boyu acıya mahkûm edildi.
Ve bütün bunlar için devlet “pardon” bile demedi.
Bu ülkede yurtsever insanlara kurulan tuzaklardan sadece biriydi Son olması dilenirdi, ama son olmadı...
Ergenekon mağdurlarından yazar Mustafa
Sivas Katliamı, 32 yıl önce, Sivas’ta 15 bin kişinin bir otele kıstırdığı sanatçı ve aydınları şeriat çığlıkları atarak ateşe vermesi sonucu meydana geldi. Bu katliamda 33 aydın ve 2 otel görevlisi can verdi. İki kişi de Madımak Otelini yakarken öldü. Olaya güvenlik güçleri müdahale etmedi, Ankara, iktidarı ve muhalefetiyle 8 saat soyunca saldırıyı uzaktan izledi.
Azgın topluluk otele saldırırken Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz,” uyarısı yaparken Başbakan Tansu Çiller, olay sonrası: “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” demişti
İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” şeklinde konuşurken, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, “Abartmaya gerek yok. Bu kadar kişi bir futbol maçında da ölebilirdi” diyebilmişti.
O gün Sivas Belediye başkanı olan Temel Karamollaoğlu dahil ilde görevli yetkililer hakkında soruşturma
“Sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir kitleyiz”...
Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu slogan kimi afişlerde yer alır, gurur kaynağı olurdu.
Mevcut Anayasa’nın 12. Maddesi de şöyle der:
“Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz”
Ne var ki gerçekler aksini söylemektedir.
Son durumu anlamak için imtiyazlı kitleye yapılan ilaç ve tedavi yardımına göz atmak yeterli.
Mülkiye müfettişi Mahmut Esen araştırıp yazmış...
2024 yılında SGK’lılara ilaç ve tedavi masrafı olarak kişi başına 11 bin 600 lira ödenmiş.
Dünyanın neresinde olursa olsun...
Liderler eleştirilmeyi sevmez. Övülmekten özellikle hoşlanır.
Büyük başarıların mimarı olarak görülmeyi ister.
Alkış bekler...
Atatürk, bu konuda da farklı düşünür...
Büyük önder, 27 Ocak 1923 tarihinde İzmir Hükümet Konağı’nda halk temsilcilerine hitaben konuşurken kendisinin ısrarla övülmesine ve yüceltilmesine karşı şunları söylüyor:
“Baylar,
Bu başarılar yalnız benim eserim değildir ve olamaz. Bütün bu başarılar ulusun gücünün, inancının ve işbirliğinin sonucudur. Yiğit ulusumuzun ve seçkin ordumuzun kazandığı başarılar ve zaferlerdir…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Deniz Baykal’ın yerine bu göreve gelişi 15 yıl önce ani ve hızlı şekilde gerçekleşti.
Deniz Baykal, 10 Mayıs 2010 tarihinde istifa etti. Kılıçdaroğlu 22 Mayıs 2010 tarihinde Genel Başkan seçildi.
Bu süreçle ilgili gelişmeleri zamanın CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in “Baskılara Direnirken” (Remzi Kitabevi - 2020) adlı kitabından özetleyelim...
★★★
Baykal’ın istifasına yol açan kaset komplosundan birkaç ay önce, merkezi İsveç’te bulunan Silk Road Enstitüsü’nün yetkilisi Svante Cornell, Onur Öymen’i Ankara’da ziyaret eder. Bu enstitünün ABD’deki Foreign Policy Council ile de ilişkisi vardır. Svante Cornell, Öymen’le sohbetin ardından kendisine Türkiye ile ilgili 77 sayfalık bir rapor bırakır. Raporda yer alan geleceğe ilişkin 3 senaryodan biri şudur:
“Deniz Baykal istifa etmek zorunda bırakılır. Onun yerine Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığa seçilir. Kılıçdaroğlu parti politikalarını değiştirir ve bunun üzerine
Dünyayı artık canavarlar yönetiyor.
Tarihin gelip dayandığı gerçek budur.
Etik, ahlak, hukuk, vicdan, merhamet, insanlık sıfır…
Sadece öldürmeyi biliyorlar.
Yaptıklarının yeni bir dünya savaşını davet ettiğini,
Bu gidişle sonunda kendilerinin de mahvolacağını düşünemiyorlar.
2013 yılında bir film izlemiştik:
“There Are Monsters”