Başbakan Mesut Yılmaz'ın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu o gün ekmeğin poşete girip girmemesini tartışıyordu.
İlk konuşmayı yapan Mustafa Taşar:
- Beyler, ben bu millete pis ekmek yedirmeyeceğim, diye bağırdı, halkın sağlığını düşünmek hepimizin görevi olmalı...
Başbakan Yardımcısı Ecevit söz aldı:
- Olmaz... Ben çıtır ekmek yemek istiyorum...
Sadece Bülent Bey değil, Başbakan da çıtırcıydı:
- Doğru. Çıtır ekmek her zaman daha lezzetlidir, diyerek Ecevit'e destek verdi...
Diğer bakanlar da konuyla ilgili görüşlerini açıkladılar.
Maliye Bakanı:
- Poşet makinaları ekonomiye yeni bir yük getirir, dedi.
Yalım Erez:
- Avrupa'da bile poşetli ekmek yok, dedi.
Turizm Bakanı:
- Turistlerden poşetli ekmek konusunda bir talep gelmedi, dedi.
Dışişleri Bakanı:
- Türkiye'de görevli yabancı misyon şefleriyle yaptığımız görüşmelerde poşetli ekmekten söz edeni duymadım, dedi...
Sonunda Başbakan Yılmaz'ın sabrı taştı. Taşar'a dönüp:
- Yahu Mustafa, nereden çıkardın şu poşet hikayesini? dedi, görüyorsun, herkes poşete karşı... Sayın Ecevit çıtır ekmek seviyor. Sayın Temizel'in maliyet konusunda çekinceleri var. Senin poşetin yüzünden koalisyonu mu bozalım yani...
Taşar inatçıydı:
- Olmaz Mesut Bey... Ben bakanlıktan vazgeçerim poşetten vazgeçmem, diyerek gayet kararlı bir tavır sergiledi.
Bu tavır Başbakan'ı korkutmuştu:
- Peki, madem ısrar ediyorsun, poşet uygulamasına önce Gaziantep'te başlayalım Mustafa, dedi, tutarsa tüm yurda yayarız.
O sırada salon görevlilerinden biri dayanamayıp bağırdı:
- Be muhteremler!.. Ekmeğin poşetli mi poşetsiz mi olacağını tartışacağınıza dar gelirli vatandaşların rahatlıkla ekmek teminini sağlayacak politikaları tartışsanız daha doğru olmaz mı?..
Toplantıya ara verdiler...
Haldun Ertem
Ben geçim sıkıntısı çeken bir memurum Yorumcu Bey. Zamanında mereti poşete sokmadığım için evdeki beş çocuğa poşetli ekmek temin etmekte zorlanıyorum. Bu sıkıntı ister istemez rüyalarıma da yansıyor. Örneğin dün gece rüyamda Başbakan Mesut Yılmaz'ı omuzuma oturtmuş çarşı pazar dolaşıyoruz.
İlk durak da balıkçı dükkanı... Başbakan'a dönüp, "Bakın Mesut Bey, ne güzel balıklar var burada" diyorum, "Alacaksın şu palamutu anasını satayım, ızgarada güzelce pişirip buz gibi rakıya meze yapacaksın."
Enseme vuruyor Başbakan:
"Yürüyelim Saffet!.."
Lüks giysiler satan bir mağazanın önüne geliyoruz. Bu kez vitrindeki takım elbiseyi gösteriyorum Mesut Bey'e...
"Ne kaliteli mal, değil mi sayın Başkanım?" diyorum, "fark etmişsinizdir, üstümdeki ceket iyice yıprandı, paramız olsa da yenilesek urbayı..."
Yine el ensemde:
"Yürüyelim Saffet!.."
Sebze haline gidiyoruz. Zengin bir tezgaha yanaşıp manava, "Ispanak ne kadar usta?" diye soruyorum. "Kilosu 1 milyon beyim" diyor manavcı. Kafamı kaldırıp Başbakan'a bakıyorum. Yanıt aynı:
"Yürüyelim Saffet!.."
Yoruluyorum, Mesut Bey'den izin alıp parktaki bir kanepeye oturuyorum. Çekinerek, "Yahu sayın Başbakanım" diyorum, "tamam kabul ediyoruz, siz sağ partinin görevi sermaye kesiminin çıkarlarını korumak. Aksi siyaset bilimine ters düşüyor zaten. İyi de biz ne olacağız?. Kim ilgilenecek bizim gibi dar gelirli vatandaşların sorunlarıyla?.."
Sigarasını ağızlığa yerleştiriyor Başbakan:
"Sol partiler var Saffet" diyerek çakmağı ateşliyor, "senin gibi vatandaşlarla onların ilgilenmesi lazım. Biz ilgilenirsek misyonumuzu inkar etmiş oluruz..."
Yalın bir gerçek. Başbakan'a teşekkür ediyor, kendisini tekrar omuza alıyorum. İçimde 18 Nisan heyecanı...
***
YORUMU: Yıllardır çektiğin çileler seni değişik arayışlara sevkediyor Saffet. Sağ partilerden gelir düzeyi düşük insanlara fayda gelmeyeceği anlamışsın... Hayırlı bir rüya...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr