Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Melih AŞIK

Mesut Yılmaz hükümetinin "rüsum" oyunu, yabancı kültür emperyalizmine hizmet dışında bir amaç taşıyor mu?.. Doğrusu biz göremiyoruz...
Anasol - D hükümeti, biliyorsunuz, Türk film biletlerine yüzde 10 vergi koydu. Amerikan ve diğer yabancı film biletlerinden alınan belediye rüsumunu ise yüzde 25'den yüzde 10'a indirdi.
- Bu kararın sonuçları nedir?..
Film Yapımcıları Derneği (FİYAP) Başkanı Sebahattin Çetin diyor ki:
- Bu kararla sinemalardan bir yılda alınan belediye rüsumu 8 milyon dolardan 3 milyon dolara düşürülüyor. Böylece belediyelerin geliri azaltılıp Amerikan şirketlerinin kazancı arttırılırken, zaten yüzde 10 gibi karlarla çalışan Türk sinemasına büyük darbe vuruluyor.
- Böyle bir kararın amacı nedir?..
- Amerikan kültür emperyalizmi, Türk sinemasının üç beş filmle olsun karşısına dikilmesinden hoşlanmıyor. Ayrıca daha çok para götürmek istiyor. Amerikan film ve dağıtım şirketleri Türkiye'de zaten vergiden muaftırlar. Kendilerine yeni bir kıyakçılık yapılıyor. Onlara birkaç milyon dolarlık ek gelir sağlanırken, Türk sinemasının yılda üç - beş film üretme gücü de köreltiliyor.
- Mesut Yılmaz ve Ecevit sömürge valisi olmadıklarına göre Türk kültürünü katleden böyle bir karara neden imza atıyorlar?..
- Çünkü koltuklarında Amerika'nın desteği olmadan oturamayacaklarını düşünüyorlar. Amerika'nın her istediğini yapmayı görev sayıyorlar.
Gerçekten de... Yılmaz ve Ecevit'in durumu hazindir. ABD'ye iki milyar dolarlık yolcu uçağı siparişi veriyorlar. Karşılığında ne tekstil kotasını genişletebiliyor ne silah ambargosunu kaldırabiliyorlar. Verdikleri yetmiyormuş gibi bir de Türk sinemasını kurban ediyorlar.
Türkiye'yi sömürge valileri yönetse acaba ne gibi farklılık ortaya koyarlardı?..

Hikayeyi eski İran şahlarından birine malederler...
İran halkı, Şah'ın sarayı önünde toplanmış gösteri yapıyor. Şah yanındaki vezire dönerek halkın ne istediğini soruyor:
- Hak istiyorlar efendim, diyor vezir.
Şah öfkesini şu veciz sözlerle ifade ediyor:
- Vermem... Got viririm, hak virmem...
Egemenlerin en büyük korkusu halkın "hak" istemesidir.
Baldırı çıplaklar önce doğuştan var olan haklarını isterler.
"İnsan hakları" diye tuttururlar...
Ucunu gösterirseniz bu defa sosyal ve ekonomik haklar isterler...
Sendikalaşır, örgütlenir, siyasete ağırlıklarını koyarlar.
Haklarına sahip çıkan kitleleri sömürmek zorlaşır...
O yüzden özellikle az gelişmiş ülkelerin egemenleri "insan hakları"na karşı hassastır. Bu lafı duyunca tüyleri diken diken olur...
İnsanlar hak sahibi olunca havadan para kazanma ve sömürü zorlaşır.
Batılılar da bunu biliyor.
Türkiye'ye:
- Mars'a giderseniz sizi AB'ye alırız, ya da, milli geliriniz adam başı 30 bin dolara çıkınca gelin, gibi kolay şartlar koşmuyorlar. Bizim için en imkansız şartı koşuyorlar:
- Önce insan haklarını sağlayın! diyorlar...
Biliyorlar ki, bizim için en zor koşul budur... Bizimkiler de işkence ve hak ihlalinden vazgeçemeyecekleri için;
- Batılılar bizi almamak için bahane arıyor, deyip duruyor...
Batılı diplomatlar ara sıra saf saf;
- Canım siz de insan haklarını sağlayın, şu bahaneyi ortadan kaldırın bakalım, diyor ama bizde bu tuzaklara düşecek göz yok tabii..
Bu oyunlara gelmeyiz. Hak virmeyiz. Bizden herşey isteyebilirler. İnsan haklarına saygı isteyemezler. Havadan para kazananların mutlu olma hakkı, hakların en saygını, en muhteremedir bizim ülkemizde. Eğer bizi AB'lere falan bu halimizle kabul ederlerse varız. Yoksa yokuz. Ona göre...

İngiltere'de eski bir polis müdürü otomobilinin önüne maskot olarak bronzdan bir ördek heykelciği takmış. Polis çevirmiş geçenlerde... Maskotu sökmesini istemiş. Emekli müdür maskotu 40 yıldır taşıdığını, bir arabasından ötekine geçirdiğini ve sökmeyeceğini söylemiş. 180 sterlin ceza yazmışlar... Gerekçesi: "Araç bir yayaya çarptığı takdirde olağandan daha büyük hasar yapabilir" imiş.
Eloğlu trafik konusunda böylesine hassas...

Hastasını doktora yetiştirme telaşındaki okurumuz N.A.'nın para çekmek için 17 Aralık gecesi, 23.00 sularında Yeşilköy - Karaköy - Beşiktaş - Ortaköy - Arnavutköy hattındaki tüm İş Bankası bankamatiklerine uğradığını... hepsinin "hizmet dışı" olduğunu görüp çaresiz kaldığını yazmıştık..
Banka'nın Genel Müdürlüğü'nden Şebnem Erverdi ve Cana Atınç imzalarıyla gelen yanıt:
"Yapılan inceleme sonunda o gece, saat 23.00 civarında bir kısım Bankamatik cihazlarında hava koşullarından kaynaklanan teknik arızanın giderilebilmesi amacıyla 23.37'de sistemin kapatılmış olduğu, arıza giderilerek saat 00.30'da tüm bankamatiklerin yeniden hizmete açıldığı belirlenmiştir..."

Samsun'dan Hayati:
..Rüyamda Başbakan Mesut Yılmaz'a siyasi danışman oluyorum...
O gün sabah Mesut Bey'in odasında Amerika gezisinin sonuçlarını irdeliyoruz. Başbakan'ın yüzünde güller açıyor; "Yahu Hayati, herşey bir yana, Clinton beni ne kadar sıcak karşıladı değil mi?.." diyor. "Doğrusu bu denli yakınlık beklemiyordum. Adam neredeyse bizi Beyaz Saray'da yatıya davet edecekti..."
Kafamı kaşıyorum. "Evet öyle de Sayın Başbakanım" diyorum, "bildiğim kadarıyla onlar bizim tüm büyüklerimizi sıcak karşılarlar. Türkiye hakkında her zaman övgü dolu sözler söyleyip inanılmaz vaatlerde bulunurlar.. Örneğin Başkan Bush... Rahmetli Tonton Efendi'yi taa tatil evine kadar götürüp ona koltuk takımlarını bile göstermişti.. Ne var ki Türkiye'nin durumu o zamandan bu yana daha da kötüleşti..."
Sigarasından derin bir nefes çekiyor Başbakan; "İyi ama, o Bush'tu, bu Bill!.. Arada büyük fark var" diyor. "Dahası.. Bush'un karısı eşantiyon gibiydi. Politikayla fazla ilgilenmezdi. Oysa Hillary öyle değil, o da bizimle yakından ilgileniyor. Berna'ya Tansu Hanım'ın ne kadar güvenilmez olduğunu söylemiş..."
Yine kafamı kaşıyorum. "Tamam, Tansu Hanım güvenilmez, ama Amerikalılar güvenilir mi?.." diyorum. "Bunca yıldır vaatlerini yerine getirseler, böylesine işsizlik, enflasyon, irticai akımlar, çeteler, mafyalar oluşur muydu ülkede?.."
Sigarasını tazeliyor Başbakan. "İyi de Hayati..." diyor. "Biz ne halt edeceğiz şimdi?. AB'ye kafa tuttuk.. ABD güvenilmez, diyorsun.. E, kime dayayacağız sırtımızı?.."
Ayağa kalkıyorum. Pencereye doğru yürüyüp "Kemalizm var..." diyorum. "Sömürüye karşı çıkan... Bağımsız, onurlu ve güçlü bir ülke yaratmak isteyen Kemalizm'e dayayacağız sırtımızı... Kendi kaynaklarımızı ona buna kaptırmaz sahip çıkarsak, ulusal çıkarlara dayalı bir milliyetçilik anlayışı etrafında toplanırsak, gelir adaletini sağlar, toplumsal barış ve kardeşliği geliştirirsek kimse bileğimizi bükemez..."
Mesut Yılmaz
sigarasından bir nefes daha çekip yüzüme üflüyor. Uyanıyorum...
YORUMU: Bazılarına birşeyler söylemek istiyor, ama söyleyemiyorsun Hayati... Yine de bu yolda devam et...

Yazara Email M.Asik@milliyet.com.tr