Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Melih AŞIK

Hasan Durmuş bir fırıncı... Ankara Cebeci'deki Özlem Fırın'ın sahibi... Ekmekle ilgili dünkü yazımızda Kızılırmak Market'in sahibi Mustafa Kızılırmak'ın, "Fırıncı mafyası kendisini tehdit ettiği için artık bana ucuz ekmek veremiyor" dediği kişiyi; Hasan Durmuş'u bulduk ve sorduk...
- Sizi kim ve nasıl tehdit etti?
- Beni değil; benim ürettiğim ekmeği kamyonetle dağıtan şoförlerimi tehdit ettiler. Kim oldukları değilse de, kimin adamları oldukları malum... Ucuz ekmek satmamdan rahatsız olan fırıncılar... Adamlarıma, "Ucuz ekmek satarsanız sizin için iyi olmaz!" demişler. Bu yüzden bir süre iki şoförümün arkasına iki de koruma katmıştım, ama baktım ki tek başıma adamların can güvenliğini sağlayamayacağım. Çaresiz istediklerini kabul ettim. Ekmeğimi 21 bin lira yerine 24 bin liradan satıyorum artık. Çünkü bu tip adamlar, ucuz ekmek satıyor diye daha önce benim ortağımı bacağından kurşunlamışlardı. Belden aşağı sıkılan kurşunun hemen hemen hiçbir cezası olmadığını ta o günlerden biliyorum.
- Size doğrudan bir tehdit geldi mi?..
- Lisan - ı münasiple konuşan pek çok ricacı geldi. Sonunda anladım ki, ricalarını (!) kırarsam sonum iyi olmayacak.
- Fırıncılar Odası Başkanı Yusuf Ekşi, ekmekte serbest rekabet olduğunu, isteyen fırının istediği fiyattan ekmek satabileceğini söylüyor ama?..
- Bakın, ben 20 yıllık fırıncıyım; Oda'yı da iyi tanırım, Yusuf Ekşi'yi de... Beni daha fazla konuşturmayın, tamam mı?
- Yani artık ucuz ekmek satamayacak mısınız?..
- Emniyet can güvenliğimi sağlasın, belediye de bana karşı yapılacak haksız rekabete karşı beni koruma sözü versin... Haa, bir de basın bana sahip çıksın; hemen yarından başlayarak ekmeği eski fiyattan satayım...
- Basın size sahip çıkmıyor mu?..
- Geçenlerde bir gazete benimle bu konuda röportaj yaptı, ancak bu röportajı yayınlayamadı. Öğrendim ki, baskı altında kalmışlar. Onların başa çıkamadığı kişilerle ben tek başıma nasıl mücadele edeyim?..

İstanbul'da özellikle sabah ve akşamüstü saatlerinde arapsaçına dönen karayolu trafiğini "rahatlatmak" amacıyla kamu kurumlarında mesai başlangıç ve bitim saatleri "1 saat geriye" doğru kaydırıldı, biliyorsunuz...
Bu da yetmeyince.. yeni fikirler geldi gündeme... "Tek" ve "çift" plaka uygulaması... belli saatlerde içinde tek kişi bulunan araçlara "ceza" uygulanması.. vb...
Trafik uzmanı Metin Özyurt'un da ilginç bir önerisi var... Şöyle:
- Zürih'te saat 07.30'dan sonra halden sebze ve meyve taşıyan bir tek aracın çıkmasına izin verilmez. Hamburg ve Kopenhag'da ise iş saatleri içinde bira, meşrubat, sigara, et - süt ürünleri, bisküvi, beyaz eşya vb. dağıtan araçlar kesinlikle şehir trafiğine sokulmaz. Tüm dağıtım etkinliği, iş saati dışında gerçekleşir.. İstanbul'daki kördüğümün temel nedenlerinden biri de cadde ve sokak boylarında keyfince durup mal indiren araçlar... "İndir - bindir" faaliyeti öylesine keyfi sürüyor ki, yolun bir veya birkaç şeridini işgal etmelerine rağmen trafik polisleri de bu araçlara ses çıkarmıyor... Önlem gayet basit: Uygar kentlerde yapıldığı gibi bu araçların şehir trafiğine girebilecekleri saatler belirlenir... Bu uygulama trafikteki büyük yükü hafifletmekle kalmaz; "dağıtım" işiyle uğraşan yurttaşlar için de, diğer araçların trafikten çekildiği saatlerde iş görme olanağı getirdiği için büyük rahatlık olur...

Arkadaşımız Fahrettin Fidan, geçtiğimiz Pazartesi günü DSP'den istifa ettikten bir gün sonra CHP'ye giren DSP'nin Denizli eski milletvekili Hilmi Develi'ye yeni partisinin Meclis Grup toplantısından çıkışta sordu:
- Toplantı nasıl geçti? Şu anda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
-
Tahmin edemeyeceğiniz kadar şaşkınlık içindeyim. Kendimi adeta sudan çıkmış balık gibi hissediyorum...
- Neden?
-
Vallahi hangi birini sayayım. İlk şoku Genel Başkan Deniz Baykal salona girerken yaşadık. Ben ve DSP'den gelen arkadaşlarım Deniz Bey'i kapıda görür görmez hemen ayağa kalktık. Çünkü DSP'de kural buydu. Ama CHP'li arkadaşlarıma baktım, hiçbiri istifini bile bozmadı. Meğer onlarda böyle bir adet yokmuş. Deniz Bey yerine oturuncaya kadar biz sap gibi ayakta kala kaldık...
- Başka?
-
Dış komisyonlar ve idare amirliği için seçimler yaptı. DSP'de bu yerlere kimlerin seçileceği başka mekanlarda önceden belirlenir, biz de önümüze konan listedeki isimleri aynen seçerdik. Ama burada ne görelim? Bir kere, önceden hazırlanmış bir liste yok. Canı isteyen, istediği her yere aday olabiliyor. Canı isteyen kürsüye çıkıp düşündüğünü özgürce söyleyip eleştiri yapabiliyor. Adaylara itiraz edenler çıkabiliyor... Hiç korku duymadan itirazını yapabiliyor. Hatta.. Genel Başkan'ın oy verdiği aday seçimi bile kaybedebiliyor. Biz DSP'deyken, böyle şeylerin olabileceğini rüyamızda bile göremezdik...


Yazara Email M.Asik@milliyet.com.tr