Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Açık Pencere - Siyasete yıllarını vermiş, siyasette ter dökmüş birçok insan AKP'yi yüzde 47'ye sıkıştırıp, "yüzde 53'ü ne yapacaksınız?" diye yeni bazı yorumlar getirmeye başladılar. Maalesef bunlar hesap da bilmiyor. Bu seçimlerde yüzde 84 oy kullanılmıştır, AKP yüzde 84 oranında kullanılan oyun yüzde 47'sini almıştır. Eğer yüzde 100 üzerinden bu hesabı yapacak olursanız, AKP'nin aldığı oy yüzde 55.4'tür. Kusura bakmasınlar, bu hesapları biz de biliyoruz, bunların içinde biz de piştik."Evet siz.. Hesap bilir geçinenler... Mesela Ali Saygın Bey... Biraz olsun utandınız mı?Ne? Başbakan yanlış hesap mı yapıyor? Hesap mı bilmiyor? Önce şu tabloya mı bakalım? Bakalım:Toplam secmen: 42.5 milyonAKP oyu: 16.7 milyonKullanılan oy: 35.8 milyonGeçerli oy: 34.7 milyonGecersiz oy: 1.1 milyon,Oy vermeyen: 6.7 milyonYüzde 84'ün yüzde 47 oyunu almışsak yüzde 100'ün yüzde 55,4 oyunu almış sayılırız diye bir hesabın hiç mantığı yok. AKP'nin toplam seçmen (yüzde 100) içindeki oyu yüzde 39.2, kullanılan toplam oy içindeki payı yüzde 46.6... Eğer sandığa gitmeyen 6.7 milyon seçmeni AKP'ye oy vermiş farz ederseniz o zaman yüzde 55.4 oranına ulaşırsınız? Sandığa gitmemiş adamı AKP'ye oy vermiş saymanın mantığı olamayacağına göre öyle bir hesabın da mantığı olamaz... Başbakan ve kurmayları iyi ki ilkokulda değiller... İşleri zordu... Başbakan acı konuşuyor... Hesap hocalarına hesap dersi veriyor. Utanmazları utandırıyor. Bakın ne diyor: Susuzluk, yokluk, yoksulluk, salgın hastalık tehlikesi, terör, işsizlik... Öteki dünya için cennet vaat ederek oy toplayan siyasetçiler, cennet yurdumuzu cehenneme çevirdiler... Belediye başkanları susuzluğun farkına varamadık diyor.Kaldırım taşı yeniletmekten, havuz, fıskiye, şelale yaptırmaktan, plastik palmiye dikmekten, rant hesabı yapmaktan, yurtdışı inceleme gezilerine çıkmaktan, seçim propagandasına alet olmaktan, su havzalarına kaçak bina dikmekten, Hollanda'dan lale, İtalya'dan hastalıklı ağaç ithal etmekten, kanal kanal televizyonları gezmekten, vatandaşı akıllı sayaç, atık su bedeli gibi yöntemlerle kazıklamaktan... Susuzluğun farkına varamadılar! İngmar Bergman öldü... Sinema sanatına yeni boyutlar ve zenginlikler katarak ayrıldı bu dünyadan... Tabii bizi de hiç tanımadan, bir zamanlar kapısını çaldığımızı dahi duymadan!Yıl 1965... Ankara'da SBF'nin birinci sınıfında sıkkın geçiyor günler. Baskın Oran'dan Mahir Çayan'a, Yusuf Küpeli'den Hasan Celal Güzel'e, Abdülkadir Aksu'dan Halil Ergün'e, Nabi Şensoy'dan İlber Ortaylı'ya, Osman Birsen'den Murat Karayalçın'a, Ömer Madra'dan Tuğrul Eryılmaz'a... Sonradan ünlenecek bir yığın genç adam o yıl birinci sınıfta cıvıltılı bir kadro oluştursa da... Herkes derse sardırmış durumda... Hayat monoton. Kimi akşamlar Orçun'la birlikte Fransız Kültür'e takılıyoruz. Güzel filmler geliyor. Derken bir Bergman Haftası başlıyor. İlk film: Yaban Çilekleri - Smultronstellet... Ne uzun isimli çilekler... Ne güzel filmler: Yedinci Mühür, Sessizlik, Kadınların Bekleyişi... İzledikçe bir başka dünyanın bizi çağırdığını duyumsuyoruz. Zaten öyle büyükelçi, kaymakam, maliyeci falan olacak tipte adamlar değiliz. Nitekim sene sonunda sınıfta çakılıyor... Orçun, "Ben Paris'e gideceğim" diye tutturuyor. Ne var baba Paris'te? Sinemacı olacağım... Bendeniz durur mu? "Ben de İsveç'e gidiyorum"... Hayrola?... Sinemacı olacağım...Eylül sonunda sınıf arkadaşları Siyasal'ın ikinci sınıf koridorlarını şenlendirirken... Biz Orçun'la Sirkeci Garı'nda vedalaşıyoruz. Elde birer asker bavulu... O Paris'e, ben İsveç'e...Anamızdan yalvar yakar aldığımız 200 dolar yolda suyunu çekiyor... Parasız pulsuz Malmö'ye iniliyor.. Biraz ötedeki üniversite şehri Lund'a geçiliyor. Yaban Çilekleri filminin noktalandığı o büyülü kentte bulaşıkçılık günleri başlıyor.. Adam gibi çalışıp adam gibi para alıyoruz. Gündüz çalışıyoruz. Gece sarışınlar..Yaklaşık 4 ay çalışılıyor.. Biraz para yapılıyor... Ver elini Stockholm... Bergman o yıllarda FilmSkolan adlı sinema okulunun da müdürü... Tipiden göz gözü görmeyen bir günde otobüse biniliyor... Kentin kilometrelerce dışında iniliyor... Kar diz boyu... Yürü Allah yürü.. Nihayet Filmskolan'ın stüdyolarına varılıyor. Kimseler yok ortada. Bergman soruluyor. Dünya güzeli bir kız:- Bay Bergman İtalya'da diyor... Bir süre gelmeyecek... Siz?- Ben sinema okumak istiyorum...Anlaşılıyor ki.. O okulda okumak için önce İsveççe öğrenmek lazım.. Diğer üniversitelerdeki gibi İngilizce bilmek yeterli değil. Her yıl okula sınavla sadece 20 öğrenci alınıyor. Üstelik çetin sınavlardan geçiliyor. Umutlar suya düşüyor. Serüven hüzünle bitiyor. Bulaşıkçılığa geri dönülüyor.. Ama yılmak yok.. İsveç'te bir yıl süren serserilik günlerinden Türkiye'ye dönüşte önce TRT Haber Merkezi'ne, peşinden TRT Televizyonu'na giriliyor. Sınavlardan geçip yönetmen olunuyor. Bir küçük, küçücük Bergman'ız artık! Filmler yapılıyor. Övgüler alınıyor. Ne var ki oradaki mutluluk da uzun sürmüyor. 12 Mart darbesiyle birlikte TRT ve yönetmenlik günleri de sona eriyor. Elveda Bergman, elveda sinema aşkı ve ilk mesleğimiz. Başka çare kalmadığından merhaba gazetecilik..Geçen güzel günlere ve İngmar Bergman'a saygıyla... Bergman'lı hayaller... Cumhurbaşkanı Sezer, Köşk bütçesinde 7 yılda yüzde 26'nın üzerinde tasarruf sağlamış.Üstelik bu sürede Köşk'ün Atatürk ilke ve inkılaplarına karşı görev borcunu da tamamen ödedi. m.asik@milliyet.com.tr