Metin Toker

Metin Toker

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


İnsanın anılarını yazmasının şöyle tuhaf bir özelliği oluyor: Bazen onların cereyan ettiği tarihle onları kaleme aldığınız tarihi birbirine karıştırıyorsunuz ve bunların hangisinde yaşadığınızı bir an şaşırıyorsunuz. Hani, rüyalardan sonra da olur: Henüz uyanmışsınızdır da sanki rüyanız devam etmektedir. Bu, sadece tuhaf değil, aynı zamanda şahane bir duygu. Hele yazdığınız, dopdolu altmış yılı gazetecilikte geçmiş uzunca bir hayatın hikayesi ise.. Son günlerde bu, başımda. Kaç sayfa olacağını bile henüz bilmediğim, fakat son müsveddelerini 2003 yazı başlarında editörüme teslim etmem gereken kitabın - 60. yılın tamamlanacağı 2003 Sonbaharına yetişecek - çalışmalarını hızlandırmış olmamın da, o ruh halini bu sıralar daha sık yaşamamda bir rolü bulunmalı. Eee, hayatın vadesinin ne zaman biteceğini kestirmek kabil mi?
Fakat bunda asıl unsur, yazdığımın bir gazeteci ömrü olması. İnanamazsınız, bir gazetecinin ömründe, adeta ötekinin tıpa tıp aynı bir olay kaç defa tekrarlanır. Başka mesleklerdekiler bunun farkına varmayabilirler. Ama işiniz "vakaları kovalamak" ise adeta çetele tutarsınız.
Bu sıralar sabahleyin çok zaman, hayret dolu gözlerimi bir oteli seyrederken açıyorum. Bu kadar büyük bir oteli, hayatımda hiç görmemişim. Ama beni asıl şaşırtan, koca otelin sağ kanadının yokluğu: Havaya uçurulmuş. Aklım yavaş yavaş başıma geliyor: Ben 1948'de ve Tel Aviv'de, King David otelinin önündeyim. Yanımda artık rahmetli, Babıali'nin en sevimli bir simasi, meslekdaşım Kadri Kayabal var. Suriye'deki ilk hükümet darbesini izlemek için gittiğimiz Şam'da öteki meslekdaşları atlatmış, önce Amman'daki sarayında Kral Abdullah'ı görmüş, sonra, kapalı kutu İsrail'e geçmiştik. İsrail henüz kuruluyordu. King David otelinin sağ kanadını uçuranlar teroristlerdi. BM temsilcisi Kont Bernadotte'un bir hafta önce öldürüldüğü yeri de gösterdiler. Otomobiliyle onu da havaya uçurmuşlardı. Cinayet mahalli bir nevi kutsal mahal haline dönüştürülmüştü. Sadece Tel Aviv değil, Kudüs ve Hayfa da, terörden nasiplerini alıyorlardı. Kim vardı, bunun arkasında?

Arafat mı? Böyle bir adı ne duyan vardı, ne bilen. Yoksa bir "Filistin Kurtuluş Ordusu" mu kurulmuştu? Evet ama, ismi arapça değil yahudiceydi: Haganah. Mevcut Siyon örgütünün savunma gücüydü. Bunun silahlı eli Hamas mıydı? Yoo.. Başlıca iki çete Irgun ve Stern diye terör olaylarına imza basıyordu. Peki, yöneticileri kimlerdi? Bir takım "Abu"lar mı? Ne münasebet? Hepsi bugün "İsrail devletinin kahramanları" listesini oluşturmaktadır. Başta Ben Gurion olmak üzere. Ariel Sharon bunların en gençi ve ismi en az duyulmuş bulunanların arasındadır.
Zira 1948'de Filistin'deki "birey terorizm"i en acımasız şekilde yürütenler Yahudilerdi ve maksatları bu suretle İngiltere'yi İsrail devletinin kurulmasına bir an önce yeşil ışık yakmaya mecbur etmekti. Filistin topraklarının siyasi geleceğinden sorumlu, o sıralar, fiilen İngilizlerdi. Yahudi terörü aynı zamanda dünya kamuoyunu ve BM'i bu formüle rıza göstermeye mecbur etme amacını güdüyordu. Filistin'in arapları henüz organize bile değillerdi ve onların davasını, başta Mısır, Arap devletleri ellerinden geldiğince savunmaya çalışıyorlardı.
Bir siyasi isteğin yerine getirilmesinin "zora dayanan araç"ı olarak terörün kullanılması ne bugünün, ne dünün icadıdır; keşfeden de ne Arafat, ne Sharon'dur. Bunun köküne varmak için insanlık tarihinin derinliklerine inmek lazımdır. Ancak bu araçın bir özelliği vardır: İnsani tarafı bulunan, "medeni" sayılacak toplumlar teröre daha az dayanıklıdırlar: 1940'lar Filistininde ve 1950/60'ında Kıbrıs'taki İngiliz yönetimi gibi.. Buna karşılık terör, Nazilere ve Sharon gibi "kasaplar"a vız gelir, tırıs gider.
Onun için bugün "terörün faciaları"na dur denilmesi, - o varsayımla -, ABD'den bekleniyor.

Yarın: ABD "öyle bir toplum" mu?