Nazlıcan Göksu

Nazlıcan Göksu

-

Tüm Yazıları

Google, mahallesindeki herkese bedava internet dağıtacağını açıkladı. Sürekli online olmak
ne kadar iyi? Hiç dezavantajı yok mu?

New York’ta internetin kesildiği yerlere artık hiç kimse uğramıyor... Sırf internete girebilmek için Apple mağazasının önünde durup laptop’unu açanların sayısı her geçen gün artıyor...
Peki bu internet çılgınlığını kim başlattı? Söylentilere göre, internet bir hippi tarafından bulunmuş... Aslına bakarsanız çok da mantıklı. Sınırı olmayan bilginin ortaklığına inanan, ekran başında eşitliği sağlayan özgürlükçü bir ağ değil mi internet?
İnternet kullanımı gitgide yaygınlaşınca, şirketler, restoranlar müşterileri çekmek uğruna bedava wi-fi yani kablosuz internet hizmeti vermeye başladı. Son noktayı da Google koydu. New York’taki Google ofisi bürosunun bulunduğu mahalleye bedava internet dağıtacağını açıkladı.

Dijital reklamcılık nasıl ilerleyebilir?

Chelsea’de bulunan Google ofis yetkilileri “Altı senedir evimiz dediğimiz Chelsea’nin 2 bin oturanının yanı sıra okullar ve şirketler, hatta gün içinde o civarı ziyaret eden turistler de bu mahalleye adım attıklarında bu servisten yararlanacak” dedi.
Peki “bu kadar” internet her zaman iyi bir şey mi? Örneğin internet kullanımı ve teknoloji bütün artılarına rağmen bazı değerleri yok etmeye başladı. Reklam endüstrisi de buna iyi bir örnek. Reklam üretmek, reklam vermek çok basit hale geldi, her internet sitesinin köşesinde bir reklam kutucuğu bulmak artık sıradan. Gerçekten kaliteli reklam nerede? İnternet reklamcılığının 18’inci yılında Google “Dijital reklamcılığı nasıl ilerletebiliriz?” diye sordu ve yanıtı ise eskide, çok eskilerde buldu.
Önce “Çok iyi görüntü için önce çok iyi reklam yapmak gerekiyor” dendi. Peki o çok iyi reklam ne zaman yapıldı? 40 yıl önce...
Bu cevabın üzerine Google, Re:Brief ismiyle bir proje ekibi kurdu,
40 yıl öncesinin reklamcılarını emeklilikten geri çağırıp modern reklam üzerine çalışma başlattı. Reklam dünyasının dedeleri, “Güzel görünüyor mu?” sorusunu bir kenara
itti, “Daha güçlü bir reklam nasıl yapılır?” sorusuna teknoloji ile yanıt aradı...
“Nefret eder gibi kullan, terapiden daha ucuz” Volvo sloganını bulan sanat yönetmeni Amil Gargano, “1932’de doğdum, teknoloji beni geride bıraktı, daha doğrusu aldırmadığım için böyle oldu” dedi ve yeni tasarımlar için Re:Brief’te yerini aldı.
“Google hakkında tek bildiğim arama motoru olduğu... Arama motorunu ise hastalıklarımın ne olduğunu merak ettiğim için kullanıyorum. Ölecek miyim diye bakıyorum ara sıra. Arada bir e-postalarıma da bakıyorum” diyen Coca-Cola’nın yıllar boyu sanat yönetmenliğini yapan büyük reklamcı Harvey Gabor da Re:Brief ekibine katıldı. Backer aslında 40 yıl önce kurduğu hayalini gerçekleştirmek istiyordu.
Gabor’un hayali ise dünyadaki insanların hepsine 1 Cola satmaktı ve bu hayal bu projeyle Gabor’a göre hayata geçiyor. Project Re:Brief’in projesi dijital şekilde dünyanın her yerinden birine hediye olarak 1 Coca-Cola yollayabilmeyi sağlıyor. Limit yok; Afrika’dan tutun da Rusya’ya kadar evinizden bir tuşa basarak birine Cola yollayabilirsiniz.
İyi sinerji, dünya çapında reklam.

Haberin Devamı

“Burası özgür bir ülke”

Haberin Devamı

Amerika’da “Burası özgür bir ülke” kavramı genelde herkesi çok büyük ikileme düşürür. Nasıl yani?
Gerçekten özgür mü? Özgürlük nedir? Ya da filtrelemeye ne oldu?
Eleştiri, alaycılık hemen her yerde... Din, dil, eğitim, ırk, cinsiyet demeden hemen hemen herkes her şeyi eleştirebiliyor... Parkta, yolda, bir internet sitesinde ya da tiyatroda... Korkmadan, ürkmeden, kimse duyacak mı diye sağa sola bakmadan...
Tiyatro, hatta Broadway şovu dendiğinde akla gelen sanat kavramı bayağı değişmiş... Yeni izlediğim müzikal “Book of Mormon” (Mormon’un Kitabı) bunun en güncel örneği...
Mormonluk 1830 yılında New York’ta Joseph Smith tarafından başlatılan, Hıristiyanlık’tan yola çıkan, kendilerine göre bir din, başkalarına göre ise bir tarikat...
Amerikalı Joseph Smith’in melek olduğunu ve kendisine vahiy indiğini iddia etmesiyle başlayan bu yolda Mormonların sayısı tahminlere göre 5 ile 15 milyon arasında değişiyor. Hatta Mitt Romney bile bir Mormon.
İlginç olan, Mormonluk hakkında bir tiyatro oyununun sergilenmesi hatta bu oyunun son iki senedir kapalı gişe oynuyor olması. South Park’ın yapımcılarının sahnelediği oyun şoke edici ama bir o kadar da komik.
Seyirciler arasında kimler yok ki... Hemen her dinden olanlar var. Mormonların sayısı da oldukça fazla tabii...
Biletini alıp o salona giren herkes merakla koltuğa kuruluyor... Oyun boyunca ironi, iğneleme, espri... Her şey var... Seyirci gülmek istiyor, gülüyor... Alkışlamak istiyor, alkışlıyor... Hiç bir Mormon kalkıp da ne oyunculara ne de gülenlere “Ne diyorsunuz siz benim dinime öyle!” diyerek bağırıp çağırmıyor. Oyuna farklı tepkiler vermiyor, anlamlar yüklemiyor. Anlam tartışması hediyelik eşyaların satıldığı tiyatro lobisine taşınıyor...
İşte oyundan bir sahne:
Seyirci: Oyuncak ne kadar?
Satıcı: 25 dolar.
Seyirci: Çok anlamsız! Bu sadece bir oyuncak, adam mı kazıklıyorsunuz?
Satıcı: Biraz önce 400 dolar verip kendi dininin üzerine yapılan eleştirileri dinleyip güldün, sence hangisi daha anlamsız?
Bu kritik özgürlüğün daha da gelişmiş ve açık hali Beyaz Saray’ın internet sitesi...
Her Amerikalı ya da
Amerika’da yaşayan birinin rahatsız olduğu konu, olay veya
bir sorun hakkında bir dilekçe yazıp internet sitesinde oylama başlatabiliyor... Hani olur da merak edip oylama başlatmak isterseniz diye işte adresi:.
https://petitions.whitehouse.gov/petitions. Eğer yeterince oy toplanırsa da Beyaz Saray bu konu hakkında çalışmaya başlıyor. Kendi bünyesinde kritik almak böyle bir şey olsa gerek.
Peki dilekçeler ve oylamalar
ne hakkında? Acaba hiç filtreleme yok mu? Bunu asla bilemeyiz... Ama dilekçelerden birkaç örnek vermek gerekirse, en popülerleri şöyle sıralanıyor:
* Seçimleri tekrar sayıma alın.
* Glutensiz yemek etiketlerine bir son getirin.
* Amerika’yı metrik sisteme geçirin.
Diyecek şey çok. Yer bol.