Büyük bir deprem sonucunda oluşmuş bu “Batık Orman”. Doğanın bu sürprizine tanık olmak için Almatı şehir merkezinden 280 km’lik bir yol ile Kolsay Milli Parkı’na doğru yola çıkıyoruz. Yol boyunca UNESCO Dünya mirası listesinde yer alan Tanrı Dağları bize rehberlik ediyor ve bozkırlık alanlardan geçmeye başlıyoruz. İlk saatlik yolculuğumuzda şehir içinde olduğumuzu anlayabilsek de kalan yolumuzda önce internetlerimizi kontrol ediyoruz ve “benimki de çekmiyor” diye birbirimizi onaylamaya başlıyoruz. Bunu fırsat bilerek görkemli Tanrı Dağları’nı izleyip hayallere dalıyoruz.
Eski başkent Almatı’ya ilk geldiğim günü hatırlıyorum. Havaalanından şehre giderken Sovyet döneminden kalan yolların ve meydanların genişliğine, ağaçların bolluğuna ve yeşilliğine nasıl da hayran kalmıştım! Yaya geçidinden geçen yayalara yol verildiğinde şaşkınlığıma engel olamamış, karlı Tanrı Dağları’nın heybeti karşısında burayı çok seveceğimi anlamıştım. Tam bir buçuk yıl geçti üzerinden.
Orta Asya’nın en gelişmiş, en modern şehrinin Almatı olduğunu buraya yerleştikten sonra öğrendim. Çin sınırına yakın olduğundan ve olası tehlikelere açık olabileceğinden dolayı 1998 yılında başkentin değiştirilmesine karar verilmiş ve Kazakça “başkent” anlamına gelen Astana şehri Kazakistan’ın yeni başkenti olmuştur (2019 yılı itibari ile Astana şehrinin ismi Nur-Sultan olarak değiştirilmiştir). Kazakistan denilince sizin de aklınıza bozkırların bol olduğu, kalpaklı kazakların, yurtların, atların ve haliyle kımızın bol olduğu bir yer gelmiyor mu?
Köy yollarında devam ederken gözümüze bir at sürüsü ilişiyor. Hemen arabayı durdurup yanlarına yaklaşıyoruz. Çünkü biliyoruz bu asil hayvanlar Kazakistan’ın simgesi, güzelliği!..
Tekrar yola koyuluyoruz, artık şehirden çok uzaklardayız. Gökyüzündeki bulutlara kendimizi kaptırmış, karşımıza çıkacak güzellikleri hayal ederken havada süzülen bir kartalla karşı karşıya geliyoruz! Bir iken iki, ikiyken üç oluyorlar. Ülkedeki kartal popülasyonunun çok yüksek olduğunu biliyoruz, hatta ülkenin simgelerinden biri, öyle ki Kazakistan bayrağında kartal kanatlarını görebilirsiniz. Kanat açmış bozkır kartalı, özgürlük ve bağımsızlığı anlatıyor. Onları doğal ortamlarında gördüğümüz için çok mutlu oluyoruz. Artık internetlerimiz tamamen gitti, buna hazırız, dert etmiyoruz. Molalarla birlikte yaklaşık 5 saat süren yolculuğumuz sonunda konaklama yapacağımız Saty köyüne ulaşıyoruz.
1- Kolsay Gölü
Eşyaları bırakıp hızlıca kendimizi dışarı atıyoruz, çünkü birazdan oksijen banyosuna gireceğiz! 10 km’lik mesafenin ardından Kuzey Tanrı Dağları’nın incisi olarak kabul edilen ve ladin ormanları ile çevrili üç büyük gölden oluşan Kolsay Gölü’nün ilkindeyiz ve deniz seviyesinden 1800 metre yüksekteyiz! Bu Tanrı dağları, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan boyunca uzanıyor ve toplam 1.000,000 km2’lik alanı kapsıyor. Yola çıktığımız andan beri bu dağların izinde ilerliyoruz, bize yol boyunca eşlik ediyorlar ve sonunda bizi bu güzel göle ulaştırıyorlar!
Su ile ağaçların birleştiği, mavi ile yeşilin buluştuğu manzaradan çok memnunuz! Burada, ülkemizde de bolca olan ladin, çam ve huş ağaçlarını görebiliyoruz. Kırgızistan sınırına artık çok yakınız. Önce derin derin nefes alıp, ciğerlerimizi temiz hava ile dolduruyoruz. Slovenya’daki Bohinj Gölü’nü hatırlatıyor bana burası. Sessiz, sakin her yerden uzak.
Sonrasında gölün etrafında ufak bir gezintiye başlıyoruz. Doğa yürüyüşü ve biniciliğe özel ilginiz var ise bu rotanın hayranı olacağınızdan çok çok eminim. İlk gölü bu şekilde görmüş oluyoruz. Bu gölle yetinmeyip zamandan yana da sıkıntınız yoksa sizi yürüyüş ya da at ile deniz seviyesinden 2250 metre yüksekliğindeki orta göle davet ediyoruz. Biz orta göle zaman yetersizliğinden gidemedik.
Eğer siz giderseniz 10 km’lik bir yürüyüş yapmanız gerektiğini unutmayın. Rahat bir ayakkabı giyinmenizi ve yanınıza atıştırmalık yiyecek almanızı tavsiye ederim, çünkü tesis yok, doğa ile baş başasınız! İsterseniz bir bölümünü atlar ile de geçebiliyorsunuz. Deniz seviyesinden 2700 metre yükseklikteki son göl ise Kırgızistan sınır bölgesinin bir parçası olduğu için ziyaret izni gerekiyor.
2- Kaindy Gölü
Aklımız Kaindy Gölü’nde, hemen yarın olsa da göle gitsek diyoruz. Tekrar Saty köyüne ulaştığımızda yemeklerimiz ve sıcak çayımız hazır bizi bekliyor. Bizim gibi Kazaklar da günün her zamanında, yemekten önce, yemekten sonra, sohbet ederken çay içiyorlar. Çayları kaseden içiyoruz ve sadece yarısına kadar dolu olduğunu görüyoruz, çok da şaşırıyoruz. Çayımızı yudumlarken azalan çayı tamamlamak için hemen geliyorlar ve kaseyi tamamlıyorlar. Neden diye soruyoruz, neden yarıya kadar doldurdunuz ve sonrasında içtikçe tekrar kaseleri tamamladınız? Bu bizim kültürümüz diyorlar. Misafirin fincanını, kasesini tamamen doldurmak Kazakistan kültürüne göre ayıp sayılıyormuş, bir kabalık göstergesi olarak düşünülüyormuş. Sıcaklığını koruyacak şekilde azar azar ekliyorlar bittikçe.
Uzun yolculuğun ve bol oksijenin ardından güzel bir uyku ile yine Kolsay Milli Parkı’nın içerisinde yer alan Kaindy Gölü’ne hazırız! Sovyetler döneminden kalan bu UAZ 4×4 Rus aracı ile Saty köy evinden 45 dakikalık sarsıntılı tırmanış başlıyor. Bir yandan sıkı tutunmaya çalışıyoruz, bir yandan böyle bir tecrübe yaşıyor olmanın mutluluğu içerisinde yüzümüzden gülümseme eksik olmuyor. Araçtan indikten sonra 15 dakikalık yürüyüşe başlıyoruz. Deniz seviyesinden 2000 metre yükseklikteyiz! Biz Eylül sonunda geldik bu göle, kışın karlar altında olmasından dolayı yolculuk sıkıntılı olabileceğinden en güzel ayların Mayıs-Ekim arasında olduğunu söyleyebilirim. Deniz seviyesinden epey yüksekte olduğumuz için tedbir amaçlı mont, eldiven, şapka gibi kurtarıcı eşyaları da yanımızda taşıyoruz. Şehir merkezine göre en az 7-8 °C derecelik sıcaklık farkı olduğunu söyleyebilirim. Doğanın içerisinde derin nefes alarak oksijene doyuyoruz. Attığımız her adımla merakımız daha da artıyor, nasıl bir güzellik ile karşılaşacağımızı kestiremiyoruz. Derken, ağaçların dallarını görmeye başlıyoruz.
Doğanın bu sürprizi hepimizi hayretler içerisinde bırakıyor. Hemen tarihçesini öğreniyoruz. 1911’de Kazakistan’da büyük bir deprem meydana gelmiş ve sonrasında bir toprak kayması oluşmuş. Kayan toprak nehrin yolunu kesmiş, nehir de akamadığı için orada doğal bir baraj oluşmuş. Sonrasında da bu göl meydana gelmiş. Bu çam ağaçları da sular altında kalmış. Çok kayıp verilmiş bu depremde ama doğa bir taraftan alırken bir taraftan da böyle bir hediye sunmuş.
Sonralarda farkedilmiş ki bu ağaçlar hala canlılıklarını sürdürmekte! Ağacın sudan çıkan dallarını siz de görüyorsunuz değil mi? İşte bu, buzdağının görünen yüzü. Suyun altındaki ağaç gövdelerinin 30 metreleri bulan derinliklere kadar devam ediyor olması bize “yok artık” dedirtiyor. Suyun içerisinde bir batık orman!
Peki bu çam ağaçları çürümeden, devrilmeden nasıl bu şekilde suyun içerisinde hayatlarına devam ediyorlar? Yazın bile suyun sıcaklığının 6 °C derecenin üstüne çıkmamasından ötürü canlılıklarını ilk günkü gibi sürdürmektelermiş. Bu soğuk su, algler ve diğer çeşitli su bitkileri ile ağaç gövdelerinin korunmasına yardımcı oluyormuş. İnanılır gibi değil, böyle eşsiz bir doğa olayının sebebi yine doğanın ta kendisi! Dalışa ilgi duyanlar ise bu doğa harikasının manzarasına bir de suyun altından bakma fırsatı bulabiliyor.
O sırada çok tatlı bir köpek bize eşlik ediyor. Tam oturduğum noktaya geldiğinizde hemen kendisi de sizin yanınıza geçip oturuyor ve pozunu veriyor. Daha sonra öğreniyoruz ki köpek sandığımız ve sevmelere doyamadığımız bu hayvan meğerse dağ kurduymuş! Bir dağ kurdu ile bu kadar yakın olmanın çok özel bir deneyim olduğunu ve çok şanslı olduğumuzu paylaşıyor bir doğasever arkadaşımız. Daha da mutlu oluyoruz!
Kazakistan’da bir “Batık Orman”! Doğanın bu mucizesine tanık olmanın mutluluğu içerisinde bir sonraki rotamız olan ve UNESCO Dünya mirası listesinde yer alan Altın Emel Ulusal Parkı’na doğru biz yola koyulmaya başlıyoruz.
Drone fotoğrafları; Emrah Çelik