Akdeniz’in en batısında bulunan ama Akdeniz’e kıyısı olmayan ve Atlantik Okyanusu’na bakan Portekiz zengin ve ilginç tarihiyle belki de Avrupa’nın en sıra dışı ülkelerinden biri.
Bunu ülkenin başkenti Lizbon’da, 15. yüzyılda başlayan keşiflerin anısına 20. yüzyılda yapılmış olan Padrao de Descobrimientos yani Kâşifler Anıtı önünde durup Vasco de Gama’nın baktığı yöne doğru bakarken hissedecek ve belki de onunla aynı heyecanı duyacaksınız.
Asma köprüsü, yokuşlu sokakları ve tepeleri nedeniyle İstanbul’a, köprünün yakınlarındaki İsa heykeli nedeniyle de Rio’ya benzetebilirsiniz Lizbon’u ama bu asma köprü Avrupa’nın en uzunu ve üzerinde bulunduğu Tago (Tejo) nehri İstanbul Boğazı’ndan çok daha geniştir, İsa heykeli de Rio’dakinin küçük bir kopyası.
Yeni planlama örneği
Kelt, Fenike, Yunan, Roma, Vizigot, Arap ve daha sonraki yüzyıllarda gerçekleşen tüm istilaların ve çok kısa süre öncesine kadar tarihin büyük sömürgeci imparatorluklarından biri olmasının etkileri gerek şehrin gerek tüm ülkenin hemen her köşesinde hissedilir vaziyette. Bir tarih müzesi gibi Avrupa kıtasının asi çocuğu Portekiz. O asi ruhundan fışkıran duyguları, hüznü, feryatları fado adı verilen müziğine yansıtır. Portekizce bilmeseniz de bu duyguları hissetmemeniz mümkün değil.
1755 yılındaki korkunç depremle tamamen yok olan ve Marki Pombal tarafından yeni bir planlamayla yeniden kurulan şehrin merkezi aslında Avrupa’da ilk şehir planlaması örneklerinden biridir. Baixa adı verilen bu merkez, Praça do Commercio ve Rossio meydanlarıyla oluşturulmuştur. Özellikle Praça do Commercio yüzyıllardır şehrin ticaret bölgesi görünümünü koruyor. Aslında 400 yıl boyunca kraliyet sarayı bölgesi olmuş, büyük depremde buradaki saray da yıkılmış ve yerine yapılan Tejo Nehri kıyısındaki müthiş görkemli bina 1910’dan sonra devlet idaresi için kullanılmaya başlanmıştır.
Her köşeden fado sesleri
Lizbon’da vakit geçirmekten büyük zevk aldığım ve sizlere de tavsiye edeceğim iki yer var. Biri Alfama, diğeri de Bairro Alto. Alfama Sao Jorge Kalesi ile şehri tepeden seyredebileceğiniz müthiş bir manzara sunan bir bölge. Her sokağında, her köşesinde sizi sürprizlerin beklediği Alfama çok ilginçtir ki, 1755 depreminde hiç zarar görmemiş. Buralar akşamları daha da bir canlanır, her köşeden fado sesleri duyarsınız. Gündüzleri oldukça sakin olan Bairro Alto geceleri cıvıl cıvıldır. Özellikle de yerel halkla eğlenmek istiyorsanız hafta sonu mutlaka buraya gelin. Her keseye ve zevke hitap eden bar ve restoranın olması ve ayrıca konumu nedeniyle müthiş manzarası burayı eşsiz kılıyor.
En görkemli meydanı
Şehrin en görkemli meydanlarından biri de Belem Meydanı. Kaşifler Anıtı da burada. Jeronimo Manastırı ve UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan, 1755 depreminden sağ çıkan, gemilere yol gösteren Torre de Belem (Belem Kulesi) mutlaka görülmesi gereken yapılar. Bu şehirde çok müze, katedral ve kilise var görülmesi gereken ama görmeden dönmemeniz gereken yerlerin en başında II. Dünya Savaşı’nda Portekiz’e yerleşmiş olan İstanbullu Kalust S. Gülbenkyan’a ait eşsiz sanat koleksiyonunun sergilendiği Gulbenkian Müzesi olmalı. 150. doğum yılı olan 2019 yılında bu müze ve şehir çok ilginç etkinliklere sahne olacak.
Sintra bölgesi, mucizeleriyle ünlü Fatima, Güney Portekiz’de herkesin gitmediği, çok önerilmeyen Alentejo ve Algarve bölgeleri aslında görülmesi gereken yerler. Evora, Faro, şirin balıkçı kasabası Albufeira, Portimao ve Lagos neden ihmal edilir bilmem. Vaktiniz varsa mutlaka görün. Ama Lizbon’da asansöre ve tramvaya binmeden, bir kafede oturup Pessoa’nın şiirlerini okumadan dönmeyin.
Yürüyerek keşfedin
Porto ve Coimbra’yı da mutlaka görmelisiniz. Portekiz’in ikinci önemli şehri Porto aslında bir endüstri bölgesi ama çok da güzel. Nehir üzerinde yer alan ve şaraplarıyla ünlü bu şehir köprüsü, katedralleri, meydanları, restoranları, yeme içme ve alışveriş imkanlarıyla sizi büyüleyecek. Portekiz’in en eski üniversitesinin bulunduğu Coimbra’yı ise mutlaka yürüyerek keşfedin.