Bugün dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Barselona, 19. yüzyılda dönemin mimarlarının ızgara sistemli şehir planı üzerinde ortaya çıkardıkları bulvarlar, caddeler ve meydanlara yerleştirdikleri Art Nouveau stilindeki binaları Katalan ruhuyla beslemeleriyle Ortaçağ’daki halinden bir anda kurtulup yepyeni bir çehreye büründü. Dünyanın en çok Art Nouveau binasına sahip olan şehir, 1992 Olimpiyatları nedeniyle de ciddi şekilde yeniden elden geçirildi.
Şehrin bu kıyas kabul etmeyen güzelliğinin en büyük sebeplerinden biri de ünlü Katalan mimar Gaudi’dir. 1852-1926 yılları arasında yaşayan ve tüm eserleri UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiş olan Gaudi, doğadan esinlenen bir dâhidir.
Şehrin en güzel evi
En büyük sponsoru olan Kont Güell için tasarladığı ama I. Dünya Savaşı ve bazı başka nedenlerle planlanan şekilde bitmeyen Parc Güell en öne çıkan eserlerindendir. Şu anda müze olarak kullanılan evde Gaudi 1906-1926 yılları arasında yaşamış ve mimari projeleri üzerinde çalışmıştır.
Gaudi’nin benim en sevdiğim eseri Casa Batllo’dur. Şehrin en güzel ve önemli bulvarlarından biri olan Paseig de Gracia’da bulunan bu eseri Battlo Ailesi için yapmıştır. Barselona’ya yolu düşen herkesin mutlaka önünden geçtiği bu evin içini de görmesi gerekir. Bu evin iç ve dış mekanlarında kullandığı malzeme, her detayın hikayesi ve anlamı, inanılmaz ışık oyunları ve her türlü mimari hesap ve özellikle de ilginç merdiven tasarımları Gaudi’nin nasıl bir dehaya sahip olduğunu gözler önüne serer.
Asıl adı La Rambla olan rengarenk caddede yürürken çiçek satanlar ve kafeler çıkacak karşınıza. Sonuna kadar yürürseniz Port Vell limanına çıkarsınız. Yedi cruise gemisini kaldıracak kapasitedeki bu liman şehrin turistik önemini de vurgulamak açısından yeterli. En sevdiğim şeylerden biri Mercado de la Boqueria ismindeki ilginç pazarı gezmek, Gran Teatro del Liceu binasının önünde biraz durup ara sokaklara sapmak, Plaça Reial’de soluklanıp etrafımı saran kolonyal atmosferdeki mimarinin yeni dünyayı nasıl etkilediğini ve biraz sonra karşıma çıkacak Kolomb Anıtı’nın önünde “Kolomb Katalan mıydı, İtalyan mı?” diye düşünmek.
Müzelerini gezmeden dönmeyin
BarrI Gotic bölgesini görmeden, tarihi katedrali gezmeden, Montjuic Tepesi’ne çıkıp Miramar’dan şehre bakmadan, Katalan Ulusal Sanat Müzesi’nin önündeki Fontana Magica’da akşamları ses ve ışık gösterisini izlemeden, Poble Espanyol’da bir flamenko gösterisi izlemeden, Miro ve Picasso müzelerini gezmeden dönmeyin.
İmkanınız olursa Nou Camp futbol stadyumunu gezin, Plaza de Catalunya’da günün yorgunluğunu atacak bir kahve için tavsiyem Cafe Zurich.
Yeme-içme konusunda Barselona çok zengin, Michelin yıldızlı restoranlardan ayaküstü atıştırmalık yerlerine kadar her bütçeye hitap eden zengin bir yelpazeye sahip.
Ama her şeyden öte tam da bu dönemlerde Sonar, Benicassim, Primavera Sound festivalleri için gitmek gerekir.