Nükhet Everi

Nükhet Everi

nukheteveri@yahoo.com

Tüm Yazıları

Merhaba! Sırt çantam ve ben yola çıkıyoruz. Gönlüm ve rüzgar bizi nereye savurursa... Karşıma çıkan tüm kapıları çalacağım çünkü bilirim ki her kapının ardında bir hikaye vardır. Her hikayeyi de sırt çantama atıp yola devam edeceğim.

Siz de gelin benimle. Türkiye’nin ve dünyanın az ya da hiç bilinmeyenlerini birlikte keşfedelim. Gezerken alışılmışın dışına çıkalım, rotadan sapalım. Hikayeler, efsaneler, sözlü tarih, somut ve somut olmayan kültürel miras, kaybolmaya yüz tutan sanatlar, zanaatlar, müzikler, fotoğraflar, kısacası her şey yol göstersin bize.

Haberin Devamı

Kapının arkası

Kapı deyince... İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda, Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa’nın sarayı vardır. Bugün ayakta kalan bölümlerinin içinde birbirinden kıymetli eserlere ev sahipliği yapan Türk ve İslam Eserleri Müzesi.

Müzenin en kıymetli eserlerinden biri Cizre Ulu Camii kapısıdır. Haydi o kapıyı aralayıp yolculuğumuza başlayalım.

Muhteşem bir yapı

Mezopotamya... Kadim uygarlıkların beşiği, her şeyin başladığı topraklar, ilklerin coğrafyası... Cizre de tam bu toprakların orta yerinde eşsiz tarihi ve gizemleriyle yer alır. Ortaçağ’ın ünlü seyyahı İbn Battuta, Cizre’den “Güzel bir çarşısı ve mahirane bir şekilde taştan yapılmış eski bir camisi vardır” diye söz eder.

Bu bahsi geçen cami, yazımızda söz konusu kapının ait olduğu Cizre Ulu Camii’dir ve bazı belgelere göre eski bir kilise üzerine yapılmış olmalıdır. Mor Yuhannon Manastırı olduğu iddia edilen yapı, camiye çevrilip devamlı değişikliklerden geçerek bugünkü halini almıştır denir. Ben aslında oranın eski bir havra olduğunu da düşünüyorum.

Kapının arkası
12. yüzyılda Artuklu mimari geleneğiyle yapılmış ve Zengi Hanedanı dönemi camii olan Cizre Ulu Camii, dönemin Cezire Atabeki Sencerşah’ın yaptırdığı muhteşem kabartmalı bronz süslerle bezeli işlemeli kapısı ile Cizre’nin en muhteşem yapısıdır.

Kapısı bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndedir ve hikayesi üzücüdür. 1940’larda Mardin Vakıflar Müdürlüğü deposunda bulunan kapının 1969’da tokmaklarından biri çalınır ve Danimarka’ya gider. Kapı 1976’da Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne gelir. Dönemin müze müdürü Dr. Nazan Ölçer kapı, kapı işlemeleri ve tokmak üzerinde çok kapsamlı akademik araştırmalar yaptırır ve bunların camiden daha geç bir döneme ait oldukları ortaya çıkar, hatta çağının çok ötesinde bir bilgi birikimine sahip olan büyük bilgin El Cezeri’nin yaşadığı döneme, yani 13. yüzyılın başlarına tarihlenirler ve Cezeri’nin elinden çıktıkları düşünülür.

Haberin Devamı

Bu kapı tokmaklarındaki birbirlerine sırtını dönmüş iki ejder figüründeki ejderlerin başları dışarıya doğru bakıyor, kuyrukları birer kartal başıyla bitiyor, üstleri pullarla kaplı, sırtlarından kanat çıkıyor, aralarında da bir aslan başı var. Bunlar pek çok anlama gelen ama kapı tokmağı ve hele cami kapısı tokmağı olunca mistik ve koruyucu anlamlar taşıyan bir sürü şeyi sembolize ediyorlar.

13. yüzyılda yaşamış Cezeri, aslen Mezopotamyalı, eski deyimiyle Cezireli veya Cizreli, tam adı Bedî’ el-Zamân Ebû el-‘İzz İsma’il İbn el-Razzâz el-Cezerî. 25 yıl boyunca Diyarbekir Sultanı Sukman bin Artuk’un ve daha önce de babasının ve kardeşinin hizmetinde bulunmuş olan bu alimin hayatına ilişkin olarak kitabının girişinde söylediklerinin dışında hiçbir bilgiye sahip değiliz.

Cezeri hava, boşluk ve denge prensiplerini kullanmak ve geliştirmek suretiyle çeşitli ibrikler, fıskiyeler, otomatlar yapmış ve onunla otomat çalışmaları doruk noktasına ulaşmıştır.

Haberin Devamı

Sukman bin Artuk’un isteği üzerine, “Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar” adlı bir yapıt kaleme almıştır.

Altı bölümlük eser

Cezeri kitabının giriş bölümünde şöyle der: “Bir gün onun huzurundaydım ve yapmamı emrettiği şeyi getirmiştim... Ne düşündüğümü sezdi ve gizlediğimi açığa vurdu ve bana şöyle dedi. ‘Eşsiz araçlar yapmış, onları gücünle işler duruma getirmişsin. Seni yoran ve kusursuz biçimde inşa ettiğin bu şeyler kaybolup gitmesin. Benim için icat ettiğin bu araçları bir araya toplayan ve her birinden ve resimlerinden seçmeleri kapsayan bir kitap yazmanı istiyorum.’ Onun bana sunduğu modeli uyguladım ve önerilerini kabul ettim, zaten boyun eğmekten başka yapacak bir şey yoktu. Gerekli çalışmayı yapmak üzere gücümü topladım ve bu kitabı kaleme aldım.”

Altı bölümden oluşan eser saatlerin, içki partileri için uygun kap ve figürlerin, ibriklerin, kan alma teknelerinin ve abdest alma leğenlerinin, şekillerini değiştiren fıskiyeler ve sürekli çalan flüt için araç, göllerden ve ırmaklardan suyu yukarı çıkaran araçların yapımı üzerinedir.

Ortaçağ’da yazılı belge geleneği olmadığından ve bu dönemlerle ilgili bilgileri ağırlıklı olarak kilise ve manastır kayıtlarından aldığımızdan, araştırmacılar ve bilim adamları pek çok konuda hâlâ epeyce zorlanmaktadırlar.

Hükümdarı iyi ki Cezeri’ye bu yaptıklarını kitap haline getirmesini emretmiş. Yoksa tarihin derinliklerinde kaybolup gidecekti belki de bu büyük buluşlar.