Şu sıralar Vakıflar Genel Müdürlüğü çok ilginç bir projeye imza atıyor. Nitelikli bir kültür turunun ihtiyacını karşılayacak rotayla gerçek anlamda bir ‘vakıf şehir’ olan Lefkoşa’yı hakkını vererek gezip görmek hedefleniyor
Dünyadaki tüm adalar gibi gizemli ve büyülü olan Kıbrıs, coğrafî konumu nedeniyle de çok köklü bir geçmişe sahiptir. Paleolitik çağdan günümüze kesintisiz yerleşim gösteren ada, stratejik konumu ve doğal zenginlikleri nedeniyle zaman zaman istila edilmiş ve yağmalanmıştır. En eski çağlarda Anadolu ve Mezopotamya’dan gelenlerin yerleştiği adada yapılan arkeolojik kazılarda özellikle Neolitik Çağ buluntularıyla tüm dikkatleri üzerine çeken Kıbrıs’ın Neolitik Çağ öncesi ve sonrası çok katmanlı ve renkli bir tarihi vardır. M.Ö. 1050- M.Ö. 750 arasında pek çok krallık kurulmuş, sonrasında Asur, Mısır, Pers egemenliğini görmüş, ardından Büyük İskender ve ardılı Ptolemaios ile Helenistik Çağı yaşamış, Roma egemenliğine geçmesiyle birlikte müthiş imar işleri başlamıştır. Barnabas’ın Hristiyanlığı yaymaya başlamasının ardından gelen Bizans döneminde ada halkı İslâm akınları nedeniyle kıyı şeridinden adanın içlerine yerleşmiş ve güvenlik için de çeşitli kaleler inşa etmişlerdir.
Görecek çok şey var
Haçlı seferlerinde İngiltere kralı tarafından işgal edilen ada Templar Şövalyeleri’ne satılır ama onlar da adada pek mutlu olmadıkları ve çok isyan çıkması nedeniyle adayı krala geri verirler ve İngiliz kralı da Kudüs kralı olan Fransız asıllı Lusignan’ı başa geçirir. Böylece Luzinyan dönemi diye anılan dönem başlar ve Lefkoşa başkent olur. Bu dönemde çok görkemli yapılar yapılır.
Cenevizliler ve Memlûkler de adayı işgal etmek isteseler de Venedikliler dönemi başlar adada. Bu sıkıntılı ve zorlu dönemlerin ardından ada 1517’de Osmanlılar’a geçer, Anadolu’dan insanlar yerleştirilir ve mimari eserler yapılır, eski yapılar kullanılmaya başlanır. 1878-1960 yılları arasında İngiliz sömürge idaresindeki adada 1974’te Otonom Kıbrıs Türk yönetimi, 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuş, 1983’te de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmiştir.
Başkent Lefkoşa 1963’ten bu yana Yeşil Hat’la ikiye bölünmüş durumdadır ve ortada BM askerinin kontrolünde bulunan bir alan vardır. Lefkoşa’nın sahil şeridinde olmaması, yalnızca casinolar’la akla gelmesi gibi pek çok nedenle turizmden hak ettiği payı alamamıştır. Oysa Lefkoşa’da yapacak ve görecek çok şey var.
Hakkını vererek gezmek
Şu sıralar Vakıflar Genel Müdürlüğü çok ilginç bir projeye imza atıyor. Kıbrıs Vakıflar İdaresi Genel Müdürlüğü, Kıbrıs Türk Seyahat Acenteleri Birliği, Kıbrıs Türk Rehberler Birliği ve TÜRSAB ile birlikte nitelikli bir kültür turunun ihtiyacını karşılayacak bir alternatif rota oluşturulmuş olup bununla gerçek anlamda bir ‘vakıf şehir’ olan Lefkoşa’yı hakkını vererek gezip görmek hedefleniyor.
Nasıl bir rota izlemeli?
Oluşturulan rotada Zahra Çeşmesi ve yatırı, Çetinkaya Kulübü, Arabahmet Mahallesi Yiğitler Burcu, Ermeni Kilisesi, Arabahmet Camii, Derviş Paşa Konağı Müzesi, Yediler Türbesi, Lokmacı Barikatı’ndan Rum Kesimi, Büyük Han ve Kumarcılar Hanı, Lüzinyan döneminin ana kilisesi St. Sophia katedrali olup Osmanlılar tarafından camiye çevrilen Selimiye Camii, Bedesten, İslâm Eserleri Müzesi, Sultan Mahmut Kütüphanesi, Şerafettin Konağı, Tren İstasyonu, Küçük Medrese Binası, Ali Ruhi Çeşmesi, Büyük hamam, Kıbrıs Vakıflar İdaresi Binası, Venediklilerin 16. yüzyılda şehre diktikleri Venedik Sütunu, Lüzinyan Sarayı, İngiliz Kaza mahkemeleri Binaları, Samanbahçe Evleri, Dr. Fazıl Küçük Müzesi, Mevlevihane Müzesi, Girne Kapısı var.