New Yorktaki Dünya Ekonomik Forumunda yapılan değerlendirmelerde de belirtildiği gibi, Japon ekonomisinin ve özellikle banka sisteminin durumu 2002 yılında dünya ekonomisinin en önemli baş ağrısı olmaya aday görünüyor. Bankaları ayakta tutmak için bugüne dek banka sistemine büyük kaynak aktaran devletin borçları, gerileme trendini kıramayan GSYİHnin % 140ına erişirken bankaların bilançolarındaki kötü alacakların GSYİHye oranının da % 25i bulduğu beirtiliyor. Japonyadaki mevduat güvencesinin kaldırılacağı mart ayında Japon banka sistemindeki krizin yeni boyutlar kazanarak dünyanın en büyük ikinci ekonomisindeki krizi daha da derinleştirmesinden korkuluyor. Japonyadaki krizin daha da derinleşmesinin, dünya ekonomisindeki durgunluktan çıkma çabalarını da olumsuz etkileyeceği ve yeni bir kriz ortamı yaratabileceği belirtiliyor. Japonya borsasının nabzını ölçen Nikkei endeksi 45 yıldan beri ilk kez Dow Jones endeksinin altına düştü geçen hafta ve Japon ekonomisinin dünyayı sarsacak bir krizin eşiğinde olduğu izlenimini daha da güçlendirdi. 1989 sonunda 38.915 puana tırmanan ve o tarihte Dow Jones endeksinin 14 katına varan bir noktaya erişen Nikkei endeksi geçen haftayı 9.791 puandan kapadı. Japon balonunun patladığı 1990ların özellikle ikinci yarısıda hızlı bir tırmanış yakalayan, ancak 2000 yılında eriştiği zirveden bu yana girdiği düşüş trendini henüz kıramayan Dow Jones endeksi ise geçen haftaki kapanışta 9.920 puanda kaldı. Aklım New Yorkta, kalbim Porto Alegrede Kalbim ise Porto Alegrede çünkü geleceğin dünyasına yön verecek çözümlerin zaman içinde Dünya Sosyal Forumundan çıkacağına inanmak istiyorum. Dünyanın dört bir yanından 40 bin kişinin adeta bir şenlik havasında bir araya geldiği Porto Alegrede bu yıl ikincisi yapılan Dünya Sosyal Forumunun, küreselleşmeye karşı bir protesto vesilesi olmanın ötesine geçerek, küresel düzenin geleceği için alternatifler geliştiren bir foruma dönüşeceği umudunu taşıyorum. Evet, aklım bu yıl Davostan New Yorka taşınan Dünya Ekonomik Forumunda, kalbim ise Brezilyanın Porto Alegre kentinde toplanan Dünya Sosyal Forumunda. Biraz da New Yorka alınmasını yadırgadığım için bu yıl katılmadığım Dünya Ekonomik Forumuna gene de aklım takıldı, çünkü bu forum sırasında ele alınan konu yelpazesini ve bir araya gelen insan zenginliğini başka herhangi bir yerde bulmanın olanaksız olduğunu biliyorum. Mutlaka ufuk açıcı bir şeyler yakalardım orada olsaydım diye düşünmeden edemiyorum. Davos tıkandı mı? Şimdi üç yıl sonra gelinen noktada bu dengenin kurulduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa bu dengenin daha da bozulduğu, küresel düzene karşı tepkilerin daha da yoğunlaştığı, küresel düzenin hakimi konumundaki ABDnin bu dengeyi hiç umursamaz bir havada adeta dünyaya meydan okuduğu ve küreselleşmenin geleceğinin tartışma konusu olduğu bir noktaya mı geldik? Bu noktada gündeme gelen tıkanma, 2001 yılında yeni krizlere sürüklenen Arjantin ve Türkiye gibi ülkelerin ötesinde ABD, Japonya ve Almanya gibi dünyanın en büyük ekonomilerini de mi sarsmaya başladı? Davosta yapılan Dünya Ekonomik Forumu toplantılarına üç yıl katıldıktan sonra bu toplantılardan değil de Porto Alegreden çıkacak alternatiflere umut bağlamak noktasına gelmemin başlıca nedeni, "küreselleşmeye insani boyut kazandırma" ve "küreselleşmenin sürdürülebilirliğini sağlama" niyetlerinin kağıt üzerinde kaldığını görmem. Bakın üç yıl önce ilk kez Davosa gittiğimde oradan şunları yazmışım: "Davos 1999un açılış oturumunda konuşan Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab, globalleşme olgusunun bir gerçek olduğunu belirterek bu yılki toplantının ana hedefinin globalleşmeye yön veren piyasa güçleriyle globalleşmeden etkilenen insanların sorunları arasında kabul edilebilir bir denge kurmak olduğunu söyledi." (Milliyet, 30 Ocak 2002) Dünya ekonomisi sorunlu Küresel ekonominin merkez ülkelerinde belirsizlik rüzgarları eserken Türkiyenin de içinde bulunduğu yükselen pazarlar diye nitelenen ülkeler için 2002nin 2001den biraz daha iyi geçebileceği umuluyor. Dünya Ekonomik Forumunun New Yorktaki toplantıları sırasında yapılan değerlendirmelerde bu sorulara cevap aranırken 2002 yılı için çok da iyimser bir tablo çizilemediği anlaşılıyor. On yıldan beri yılda ortalama % 7 büyüyen dünya ticaretinin 2001de yerinde sayması, 11 Eylül sonrasında sınırlar ötesi mal ve hizmet akışını yavaşlatan koşulların ortaya çıkması küreselleşmenin geleceğini tartışma gündemine getirmiş bulunuyor. Öte yandan ABDdeki resesyonun aşılmakta olduğuna ilişkin sinyallerin çoğalması, başta Almanya ve Asya ülkeleri olmak üzere, herkes için olumlu bir haber niteliği taşıyor ama Morgan Stanleyin başekonomisti Stephen Roach gibi önemli ekonomistler, ABD ekonomisindeki canlanma belirtilerinin aldatıcı olabileceğini ve ABDnin "iki dipli" bir resesyon yaşaması olasılığının göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtiyorlar. ABD ekonomisinin 2001in son çeyreğinde beklendiği gibi küçülme değil, yüzde 0.2lik bir büyüme yaşamış olmasının, uygulanan büyük fiyat indirimleri ve kredili satışlar sayesinde % 35in üzerinde artarak benzeri görülmemiş bir patlama yapan otomobil satışlarından kaynaklandığını gösteren rakamlar da ABDdeki canlanmaya kuşkuyla bakanların görüşünü destekliyor. Öte yandan Japonyadaki krizin dünya ekonomisini sarsacak boyutlar kazanabileceğini vurgulayan ekonomistler 2002 yılına iyimser bakmanın zor olduğunu belirtiyorlar. Yükselen pazarlar 2001 yılı yükselen pazarlariçin gerçekten kötü bir yıl oldu, kredi ve portföy yatırımı olarak bu ülkelere dış kaynak girişi yıllardan beri ilk kez eksi bakiye verdi. Özellikle Türkiye ve Arjantinden sermaye kaçışı bu sonucun ortaya çıkmasında etkili oldu. Spekülatif sermayenin yükselen pazarlardan büyük ölçüde çıkmış olduğunu ileri süren uluslararası fon yöneticileri, yükselen pazarların 2001de dibe vurduğunu ve 2002de Türkiyenin de aralarında bulunduğu bazı ülkelere kredi ve portföy yatırımı olarak yeni kaynak girişi olabileceğini belirtiyorlar. Bir ölümün yarattığı umutlar Aykut Barkayı en verimli çağında yitirmemize çoğu kimse gibi ben de çok üzüldüm. Öte yandan hastalığı sırasında ve ölümü sonrasında ona gösterilen sevgi ve ilginin beklemediğim boyutlarda olması umutlandırdı beni. Palavraya ve şatafata değil Barkanın simgelediği değerlere; Prim veren bir toplum olma yolunda olduğumuzu düşünüp umutlandım. oulagay@milliyet.com.tr Geçen hafta kaybettiğimiz Aykut Barkayı çoğu kimse gibi ben de 17 Ağustos depremi sonrasında, televizyonlarda ve radyolarda katıldığı programlar sayesinde tanıdım. O programlarda birçok deprem uzmanıyla "tanıştık" ve kimi zaman taban tabana zıt görüşlerle karşılaştık. Bu uzmanlar arasında beni en fazla etkileyen Aykut Barka oldu. Bir kere afra tafradan uzak tavrı, heyecanı ve içtenliğiyle sevdim Barkayı. Ayrıca söylediği her sözün, yaptığı her değerlendirmenin sağlam bir bilgi ve deneyim temeline oturduğu izlenimini edindiğim için onu kendime göre farklı bir yere oturttum.