Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerde ciddi sorun yaşanması ve görüşmelerin askıya alınmasıIMF ile ilişkilerde bir kopma noktasına gelinmesiCumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle siyasi gerilimin tırmanmasıGenel seçimlerin mali disiplini ve ekonomik istikrarı bozmasıCari açığın büyümeye devam etmesiÖzel sektörün tasarruf açığının ve dış borçlanmasının hızla büyümesiEnflasyonda hedefe varmanın zorlaşmasıDış dünyadan gelebilecek yeni şokların kurda "ikinci dalga"ya yol açmasıOrtadoğu'daki yeni gelişmelerin ve ABD ile ilişkilerin sorun yaratması Ekonomideki olası gelişmeleri köşelerinde değerlendiren ekonomi yazarı arkadaşların, özellikle de 2007'ye dönük beklentilerinde kaygı boyutunun öne çıkmaya başladığı dikkat çekiyor. Kaygılara yol açan olasılılıklar arasında öne çıkanlar ise şunlar: Dile getirilen kaygıların nedenlerine baktığımızda ise, beş konudaki gelişmelerin 2007 için belirleyici önem taşımakta olduğunu görüyoruz. Bunlar (1) Türkiye'nin AB ve ABD ile ilişkileri (2) Başbakan Erdoğan'ın ve AKP'nin olası davranış biçimi (3) Dünya ekonomisindeki gelişmeler (4) Bizim özel sektörün davranış biçimi ve (5) Türkiye ekonomisinin büyüme temposu.Bu beş konuda yaşanacak gelişmelerin içinden
Raporda, Türkiye AB ilişkilerinde gerilimli günler yaşandığı hatırlatılarak, Avrupa'nın kısa vadeli bir bakış açısıyla, Türkiye'nin Avrupa için yaratacağı riskleri öne çıkardığı, oysa ilişkilere 10 - 20 yıllık bir perspektif içinde yaklaşılması halinde, Türkiye'nin Avrupa'nın karşılayacağı riskleri hafifletebileceğinin anlaşılacağı ileri sürülüyor. Dünyanın seçkinlerini buluşturan Davos toplantılarını düzenleyen Dünya Ekonomik Forumu (DEF) tarafından yayınlanan raporda, Avrupa Birliği (AB) içinde yer alacak bir Türkiye'nin Avrupa'nın önümüzdeki 20 yılda karşılaşabileceği riskleri azaltabileceği ileri sürüldü. İstanbul ve Brüksel'de düzenlenen iki çalıştayda (workshop) ortaya konan fikirlerden yararlanılarak hazırlanan Europe@Risk başlıklı raporda, Avrupa'nın orta ve uzun vadede karşılaşabileceği olası risklerin bir dökümü yapılarak, Türkiye'nin bu risklerin hafifletilmesinde nasıl bir rol oynayabileceği tartışılıyor. Dünya Ekonomik Forumu'nun önümüzdeki hafta İstanbul'da düzenleyeceği Türkiye Forumu öncesinde yayınlanan raporda, Avrupa'nın önümüzdeki 20 yılda karşılaşacağı riskler üç ana grupta toplanıyor ve Türkiye'nin bu risklerin hafifletilmesinde nasıl bir rol oynayabileceği
Galiba ilk kez bir AB yetkilisi tarafından dile getirilen bu "tren kazası" lafı yetmiyormuş gibi bir de "şizofrenik ilişki" lafı çıktı şimdi. AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, Fransa'nın Liberation gazetesine yaptığı açıklamada, AB ile Türkiye arasında "şizofrenik ilişki" bulunduğunu belirterek "müzakereler askıya alınırsa ilişkilerdeki kısır döngüyü kırmak imkansız hale gelir" demiş. (Milliyet, 2 Kasım 2006)AB ile Türkiye, gerçekten de "şizofrenik bir tren kazası"na yol açarak uluslararası ilişkiler literatürüne bir katkıda mı bulunacak acaba? Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde bir "tren kazasının" kaçınılmaz göründüğü izlenimi dış basında o kadar sık dile getiriliyor ki, yakın gelecekte böyle bir kazayla karşılaşılmazsa sanki bu onlar için büyük bir sürpriz olacak. Bu "tren kazası" senaryosunu ciddiye alanlar, çarpışması beklenen iki trenin son onda bu çarpışmadan kurtulmak için nasıl bir manevra yapacağını kestirmeye çalışıyor. Türkiye'deki kimi siyasetçi ve yorumculara göre, AB yetkililerinin bu tür beyanlarını ve Batı medyasındaki yayınları fazla ciddiye almaya gerek yok, çünkü bunlar Türkiye'yi Kıbrıs konusunda ve diğer konularda yeni ödünler
Seçim öncesinde yapılan tahminler, muhalefetteki Demokrat Parti'ye doğru büyük bir oy kayması olacağını ve Başkan Bush'un partisi olan Cumhuriyetçi Parti'nin hem Temsilciler Meclisi'nde hem de Senato'da çoğunluğu kaybedeceğini gösteriyor ama Demokratların son anda seçim kaybetme yeteneğini unutmamak lazım.Irak'taki benzeri görülmemiş fiyaskoyu artık halkından gizleyemeyen Bush'un, yalnızca toplumun varlıklı kesimine yarayan ekonomi politikalarıyla ABD'yi büyük bir borç batağına sürüklediği de bir gerçek. Ülkesine ve dünyaya George W. Bush kadar zarar veren bir ABD Başkanı bulmak herhalde kolay olmayacak. Bush'zede Amerika halkı bunun ne kadar farkında olduğunu, Salı günü yapılacak olan ara seçimlerde gösterecek. I. Herald Tribune gazetesinin dünkü sayısında yer alan verilere göre, 2000 yılı sonunda ABD'nin Hazine kağıtlarıyla yaptığı toplam borçlanma 2.8 trilyon dolarken bunun % 36'sı, yani 1.1 trilyon dolarlık bölümü ABD dışından finanse ediliyormuş. Bu yılın Temmuz ayı sonundaki verilere göre ABD'nin Hazine kağıtlarıyla yaptığı borçlanmanın toplamı, 2000 yılına göre 1.1 trilyon dolar artarak 3.9 trilyon doları bulmuş. Ancak bu ek borçlanmanın % 87'si dışardan finanse
Haberi veren The Guardian gazetesi, Çin'den beklenen bu yüzer Noel Baba'nın başına bir şey gelmesi halinde İngiltere'de Noel şenliklerinin ertelenmesinin bile gündeme gelebileceğini, çünkü oyuncak gorillerden bin bir çeşit süsleme malzemesine ve elektrikli eşyaya kadar Noel şenlikleri için gerekli olan her şeyin bu dev gemide bulunduğunu belirtiyor. Akla gelebilecek her şey gibi bu yıl Noel Baba da Çin'den gelecek. Cumartesi günü İngiltere'nin Felixtowe limanına varması beklenen 400 metre uzunluğundaki dev yük gemisi Emma Maersk, 3 bin konteynere yerleştirilen ve toplam ağırlığı 45 bin tona yaklaşan Noel kutlaması cicilerini limana boşaltacak. Sanayi devrimini gerçekleştiren ve üzerinde güneş batmayan bir imparatorluğa sahip olmakla övünen İngilizler bu yıl Noel'i "made in China" ürünlerle kutlayacak. Beyaz sakallı ve kırmızı külahlı Noel Baba, İngiliz çocuklarını ve büyüklerini Çin mallarıyla sevindirecek. Habere göre, dev geminin yanaşacağı bölgenin Yeşil Parti'ye mensup kadın milletvekili Caroline Lucas, bu olay karşısında duyduğu tepkiyi şöyle dile getiriyor:"Bu gemideki ürünlerin hemen hepsi daha önce Avrupa'da üretilen ürünler. Şimdi biz pek çok sanayi sektöründe mutlak
Okurla yazarın farklı konumda olmalarının yarattığı sorunlar ayrı bir yazı konusu olacak kadar önemli ama ben bu yazıda bu konuya fazla girmeden, Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülü'nü almasını tepkiyle karşılayanların tavrını neden önemsediğimi ve bir kez daha anlatmaya çalışacağım.Benim bu tepkileri önemsememin başlıca nedeni, Türkleri ve Türkiye'yi savunma iddiasında olan tepki sahiplerinin, aslında Türklerin ve Türkiye'nin dünyada yalnızlaşmasına hizmet edecek bir anlayışın sözcülüğünü yaptıklarını düşünmem. Buna karşılık Orhan Pamuk'un Nobel Ödülü ile taçlanan uluslar arası başarısının, Türklerin ve Türkiye'nin küresel boyutta tanınmasına ve itibar kazanmasına önemli bir katkı yapması mümkün görünüyor bana Gazete yazarı okursuz var olamaz ve okurlardan gelen tepkilere kayıtsız kalamaz. Ancak, okurun tepkisi karşısında kendi fikrini savunamayan ve popülist politikacı refleksiyle bu tepkiye teslim olan yazar da kimliğini koruyamaz. Şimdi bunları okurken tepki oklarını yeniden sivriltmeye başlayan okurlar, acaba bir an için kendilerini öfkeye sürükleyen ezberin etkisinden kurtarıp, bu satırları yazan kişinin de en az kendileri kadar Türkiye'yi sevdiğini ve ülkesinin dünyada
Ben, bir gazete yazarı olarak, okurlarla ya da Türklerle (ya da herhangi bir milletle) alay etmeyi aklımın ucundan bile geçirmem. Kendileriyle alay edildiği izlenimini edinenlerden de özür dilerim. Ancak bu, sorduğum sorunun arkasında durmama engel değil. Orhan Pamuk'un Nobel Ödülü'nü almasına gösterilen olumsuz tepkilerle ilgili yazımın sonunda sorduğum "Orhan Pamuk'a gösterilen tepki müthiş bir özgüven eksikliğinin ve 'Biz yapamayız' kompleksinin yansıması mı acaba?" sorusuna yoğun tepki gösterdi okurlar. Bu sorunun yalnızca Pamuk'un Nobel almasına tepki gösterenlerin ruh halini ve davranış biçimini sorgulayan bir soru olduğu açıktı. Ne var ki birçok okur bunu bütün Türklerle ilgili bir soru gibi algılayıp beni 'Türkleri küçümsemek ve Türk halkıyla alay etmek'le suçladı. Böyle bir sorunun sorulmasına bile tahammül edemeyenlere göre, Türklerde ne özgüven eksikliği var ne de 'Biz yapamayız' kompleksi. Biz Avrupa ile ve dünyada herkesle bol ölçüşecek bir güce ve inanca sahibiz. Ben bu konuda herhangi bir yorum yapmadan, TİSK'in "Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde AB ülkeleri ve diğer aday ülkeler karşısında Türkiye'nin durumu" başlıklı derlemesinde yer alan bazı karşılaştırmalı
Aynı ankete göre, "AB'ye güveniyor musunuz?" sorusuna "hayır" diye yanıt verenlerin oranı % 78.1, "AB sürecinde önümüze daha ağır şartlar gelir mi?" sorusuna "evet" diye yanıt verenlerin oranı % 76.5. Milliyet'in dünkü manşeti şöyleydi: "AB'ye destek dibe vuruyor". A&G araştırma şirketinin yaptığı anketin sonuçları, Türkiye'de Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşmeye olumlu bakanların hızla azaldığını, olumsuz bakanların oranının ise katlanarak yükseldiğini ortaya koyuyordu. Aşağıdaki tablonun da gösterdiği gibi, AB ile bütünleşmeye verilen desteğin 2004'de başlayan düşüşü son bir yıl içinde müthiş bir ivme kazanmıştı. 2004 2005 2006Türkiye AB'ye mutlaka girmelidir %67.5 %57.4 %32.2AB'ye kesinlikle girmemeliyiz % 8.7 %10.3 %25.6Girsek de olur, girmesek de %12.5 %18.2 %33.0Cevap yok %11.3 %14.1 %9.3 Tam bir yıl önce yayınlanan Tepki Cephesi adlı kitabımda, hem Türkiye'de ve hem de Avrupa'da, Türkiye'nin AB üyeliği yolunda ilerlemesine karşı olanların oluşturduğu cephenin güçlenebileceğini ve bunun AB sürecini olumsuz etkileyebileceğini belirtmiştim. Aradan geçen sürede yaşananlar bu olasılığın giderek arttığını düşündürüyor.Geçen hafta, Boğaziçi Üniversitesi - TÜSİAD Dış Politika