Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Bilkent Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Merih Celasun bilgisine en güvendiğim, görüşlerine en fazla değer verdiğim iktisatçılarımızdan biridir. Ekonomiye günlük sorunların ötesinde, orta vadeli bir perspektifle bakıp sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için arada bir görüşlerine başvurmak ihtiyacını duyduğum bir uzman.
Merih Hoca'nın yıllardan beri yaptığı analizlerde üzerinde durduğu etkenlerin başında ekonominin rekabet gücü gelir. Rekabet gücünü koruyamayan bir ekonominin eninde sonunda sorunlarla karşılaşacağını savunan Prof. Celasun'u önceki gün aradığımda bu noktadan girdim söze, rekabet gücü penceresinden Türkiye'nin durumunu nasıl gördüğünü sordum.
Türkiye'nin 19 Şubat sonrasında yaşadığı yüksek oranlı devalüasyon sonucunda bir rekabet gücü avantajı elde ettiğini belirten Prof. Celasun, "Ancak bugün gelinen noktaya ve orta vadeli bir perspektifle ileriye doğru baktığımda bu avantajın korunamayacağı endişesini taşıyorum", dedi.

Döviz kuru, reel sektördeki verimlilik düzeyi ve ücretlerin yanısıra, bir ülkenin rekabet gücünü belirleyen en önemli değişken. Döviz kurlarının Türkiye'de bugün bu noktaya gelmesinde belirleyici olan unsurları sıralarken, herkesin dilinde olan istiflenmiş dövizlerin bozdurulması olgusu dışında, öncelikle üç olasılık üzerinde durdu Prof. Celasun: (1) Mali sektörün döviz talebinin düşmesi; (2) Ekonomide henüz belirgin bir canlanma olmadığı için ithalat talebinin düşük seyretmesi; (3) Merkez Bankası'nın enflasyon hedeflemesine hazırlık olarak kurun düşük seyretmesini yeğlemesi.
Reel sektörün verimlilik düzeyini veri olarak aldığımızda döviz kuru rekabet gücünü belirleyen en önemli unsur haline gelebiliyor. Avrupa sanayiinin üç yıldır düşük değerli Euro ile yaşamayı yeğlemesi de bundan. Ancak orta vadede rekabet gücü elde etmek için, kuru düşük tutmanın ötesinde bir şeyler yapmak, reel sektörün verimliliğini artırmak gerekiyor.
Türkiye'nin durumuna bu açıdan baktığımızda ne görüyoruz?
Prof. Celasun pek iyimser değil bu konuda, reel sektörde geleceğe dönük bir yatırım perspektifi bulunmamasını büyük bir eksiklik olarak görüyor. Son on yılda ciddiye alınacak bir yatırım atılımı yapılamadığını kaydeden Prof. Celasun, sorunun siyasetteki ve kamu kesimindeki yönlendirme eksikliğinden ibaret olmadığını, özel sektörün de bu konuda üzerine düşeni yapamadığını belirterek şöyle diyor: "Meslek odaları ve özel sektör kuruluşları hala hükümetle kaynak kavgası yapıyor, reel sektöre kaynak aktarılmasını istiyor, bunun ötesinde geleceğe yönelik bir perspektif ortaya koyamıyor."

Türkiye'nin yeni sanayi dallarına girme konusunda da geri kaldığını belirten Prof. Celasun'a Kemal Derviş'in ve ekonomi yönetiminin bu eksikliğin farkında olup olmadığını sorduğumda, "Herhalde farkındadırlar ama henüz bu konulara vakit ayıramıyorlar galiba", diyor.
Prof. Celasun'a göre önümüzdeki dönemde ekonomiyi bekleyen en büyük tehlike ise, uygulanmakta olan programın arkasındaki siyasi desteğin zayıflaması. Böyle bir programın başarılı olması için güçlü bir siyasi liderliğe ve siyasi desteğin sürekliliğine ihtiyaç olduğunu söyleyen Prof. Celasun, "Keşke programın ana hatları konusunda muhalefetin de desteği sağlanabilseydi", derken gerçekleşmeyeceğini bildiği bir özlemi dile getiriyor.
Mali sektör ve bankalar bir süre daha gündemin üst sıralarında kalacak herhalde ama, Merih Hoca ile yaptığımız kısa sohbetin de ortaya koyduğu gibi, asıl sorun reel sektörde. Ve bu sorun, reel sektöre kaynak aktarılarak çözülecek bir sorun da değil.