Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dün bir yandan Babalar Günü kutlanırken diğer yandan 1.5 milyonun üzerinde kızımız ve oğlumuz üniversitelere girebilmek için sınav heyecanı yaşadı. Eğitimimizdeki gelişmeleri kaygıyla izleyen bir dostum, öğrencileri bu sınavlara hazırlayan kurslar nedeniyle, birçok lisenin son sınıflarında uzun süredir ders yapılamadığını ve lise mezunlarının eğitim kalitesinin hızla düştüğünü hatırlattı bana.Üniversiteye girebilenler ise öğrenci başına harcamanın giderek düştüğü bir sisteme girmiş olacaklar. Örgün yükseköğrenimde öğrenci başına düşen bütçe harcaması 1981 yılında 1.500 ABD doları civarındaymış. 1980'lerde bir ara 1.000 doların altına düşen bu rakam 1993'te 2.658 dolara kadar yükselmiş. 1994'ten itibaren yaşanan döviz kuru şoklarının da etkisiyle yeniden 1.500 dolara gerileyen öğrenci başına bütçe ödeneği rakamı 1997 - 98'de tekrar 2.000 doları yakalamış ama 2001 şokuyla 1.190 dolara kadar düşmüş. Bırakın Amerika'yı, Güney Kore ve Malezya gibi ülkelerin rakamları bile dörde, beşe katlar bu rakamı.Gençlerinin geleceğine yeterli kaynak ayıramayan bir ülkede babalar ne kadar mutlu olabilir acaba? Kendi hesabıma baba olmaktan çok memnunum ve Babalar Günü diye bir gün olmasına da karşı değilim ama günlerdir medyamızı kaplayan "babalık" edebiyatının hacmi ve yaygınlığı tahammül sınırlarımı aştı galiba. Affına sığınırız yüce Amerika(!) İran'daki rejim karşıtı gösterilere açıkça destek veren ve bu ülkede de "rejim değişikliği" istediğini gizlemeyen Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Türkiye'yi de çeşitli yollarla uyarıyor. "Bakın" diyor, dünyanın rakipsiz süpergücünün şu andaki etkili ve yetkili kişileri, "bizim bu bölgeyi tümüyle yeniden biçimlendirmeye kararlı olduğumuzu ve bunu yaparken size de bir rol vermek istediğimizi galiba anlamadınız ve bizi gücendirdiniz. Şimdi size yeni bir şans tanımamız için tövbekar olun ve bizi izleyin. Yüce Amerika'nın ne yapmak istediğini doğru anlayıp size düşen rolü oynayın. Bu dediklerimizi yaparsanız siz de bizim yanımızda bölgede söz sahibi olur, kazançlı çıkarsınız." TEK TERCİH ABD Mİ? Onlara göre Türkiye, "Affına sığınırız ey yüce Amerika" deyip ABD'nin bir dediğini iki etmeyecek bir politika izlemeye başlasa kendi geleceğini de kurtarmış olacak.Bu ruh halini ve tavrı anlamasına anlıyorum da hiçbir şekilde paylaşamıyorum. Daha önce çeşitli konularda benzer görüşleri paylaştığım kişilerin bu ruh haline girdiğini görünce de bunu sorgulamak gereğini duyuyorum. Önce kendimi sorguluyorum. Yeminli ve gedikli bir Amerikan düşmanı olmadığım halde neden böylesine derin bir tepki duyuyorum, George W. Bush'un temsil ettiği ABD'ye? Aşırı duygusal mı davranıyorum, yoksa ölçülerim mi değişti, ne oldu? Bush yönetiminin hedefleri, tavrı ve yöntemleri neden bu kadar itici, bu kadar kabul edilemez geliyor bana? 21. yüzyılın başında, ABD'nin her şeyi kendi tercihlerine göre, kaba güçle ve silahla yönlendirmek istediği bir dünyayı benimsemekte zorlanırken haksız mıyım acaba?Sonra, bugüne dek birçok konuda görüşlerini paylaştığım bazı kimselerin ABD'nin bugünkü yaklaşımı konusundaki tavrını sorguluyorum, benim tepkilerimi neden paylaşmadıklarını anlamaya çalışıyorum. Onların gördüğü Amerika ile benim gördüğüm Amerika arasında nasıl bir fark olduğunu düşünüyorum. Acaba bakış açılarımızda bir fark mı oluştu, benim kendime göre derinlemesine baktığımı sanarak gördüğümü, algıladığımı onlar görmüyor mu? ABD'nin rakipsiz askeri gücünü kullanarak yarattığı "karşısında durulmaz güç" imajı onların gözünü mü kamaştırdı? Yoksa ben, böylesine görkemli bir güce karşı tavır almanın romantizmine mi kapıldım? Üçüncü Dünyacı reflekslerim mi öne çıktı yeniden? Türkiye'de de bu mesajın algılanması için cansiperane çalışanlar, konuşanlar, yazanlar, çizenler var. Bunların bir bölümü, ünlü tezkerenin TBMM'de reddedilmesinden bu yana, Amerikan yönetiminin gönlünü yeniden kazanmak için yapmamız gerekenleri sayıp döküyorlar. Türkiye için tek tercihin ABD ile uyumlu davranmak olduğuna inandıkları için bunu sağlamanın önemini vurguluyorlar. ABD'nin karşı konulmaz gücüne ve her istediğini yapacağına o kadar inanmışlar ki böyle düşünmeyenlere küçümseyici bir yaklaşımla, biraz da acıyarak bakıyor ve "romantik" ya da "Üçüncü Dünyacı" gibi sıfatlar yakıştırıyorlar. Kendileri ise ABD'nin ürkütücü gücüne biat etmenin verdiği güvenle konuşuyor ve yazıyorlar. AYDINLAR VE ABD Bütün bunların farkında olan birinin çıkıp da "Affına sığınırız ey yüce Amerika, sana biat ettik, sen de bizi unutma" demesi için ise herhalde bizimkinden çok farklı ölçülere sahip olması, reel politika adına güçlünün gücüne tapması gerekiyor. Kendime bu soruları sorarken bir de dünyaya bakıyorum. Kendi ölçülerime göre aydın saydığım, görüşlerine değer verdiğim, entelektüel kapasitelerine saygı duyduğum yazarların, düşünürlerin, siyaset adamlarının, ekonomistlerin, işadamlarının tepkilerini izlemeye çalışıyorum. Ve onların da ABD'nin bugünkü yönetimine derin bir tepki duyduğunu, ABD'nin askeri gücüne dayanarak kendi ulusal iradesini dünyaya empoze etmek istemesini kabul edilemez bulduğunu görüyorum. Benim gibi onların çoğu da sürdürülebilir bir küresel düzenin kurulmasından yana ama bugün ABD'nin dünyaya dikte etmek istediği düzenin farklı bir şey olduğunu ve çok büyük yeni çatışmaların tohumlarını ektiğini onlar da görüyor. "Kitle imha silahları" diye tutturup Irak'a savaş açan ABD'nin ve İngiltere'nin kamuoyunu nasıl yanılttığını, Irak'ta şıpın işi demokrasi kurma heveslerinin nasıl çıkmaza girdiğini, Başkan Bush'un "Ortadoğu yol haritası"nın bölgedeki kan gölünü nasıl büyüttüğünü hep birlikte görüyoruz. Her şey, herkesin gözü önünde cereyan ediyor. ONLAR DA MI 3. DÜNYACI? oulagay@milliyet.com.tr Kendilerini "demokratik emperyalist" diye tanımlayan bir teorisyenler grubunun ve Savunma Bakanı Rumsfeld gibi "silahlanma şahinleri"nin etkisi altında dünyayı ve öncelikle de Ortadoğu'yu büyük bir savaş alanı olarak gören Bush yönetiminin tavrı, ABD içinde de yoğun biçimde eleştiri konusu oluyor. Bu eleştiriler yalnızca Noam Chomsky ve Norman Mailer gibi düzenin bilinen muhaliflerinden değil, eski ABD Başkanı Jimmy Carter, ünlü spekülatör George Soros ve ünlü ekonomist Paul Krugman gibi kişilerden de geliyor. Onlar da ABD'nin bu yaklaşımının dünyayı büyük bir çıkmaza sürüklediğini görüyor ve buna karşı tavır alıyorlar.