Yılbaşı telaşının yaşandığı yılın şu son gününde bile vakit ayırıp bu köşeye göz atan sevgili okurlarımın canını sıkacak bir yazı yazmaya, onlara 2001 yılının kabuslarını hatırlatmaya hiç niyetim yok. Çoğu kimsenin yaptığı gibi 2001 yılını kötüleyip 2002'den umutlu olduğumu da ilan etmeyeceğim. Tam tersine, şu herkesin nefret ettiği, "bir an önce bitse de kurtulsak", dediği 2001 yılını ne kadar sevdiğimi anlatacağım.
Evet ben de hüzünlüyüm şu günlerde çünkü mizacıma fevkalade uygun düşen gelişmelerin yaşandığı, her bakımdan tatminkar bir yılın son gününe gelmiş bulunmaktayız. Yarın ne getireceği bilinmeyen yeni bir yıla gireceğiz ve 2001 yılında yakaladığım fırsatları, gelişmeleri izlerken tattığım keyfi, yaşadığım coşkuyu belki de çok arayacağım 2002'de. Çift rakamları oldum olası sevmem zaten, yakınlarımın doğum günleri bile hep tek rakamlı günlere rastgelir. Bu kadarı da olmaz demeyin, en yakın olduğum iki kişiden birinin doğum günü 19 Şubat, diğerininki 11 Eylül.
19 Şubat bayramı
Benim için 2001'in ilk bayramı da 19 Şubat'ta yaşandı. MGK toplantısındaki ünlü atışma sonrasında Başbakan Ecevit'in çıkıp da "ciddi bir kriz" yaşandığını açıkladığı anda yılbaşından beri beklediğim anın artık çok yaklaştığını hissettim. O gün devletin tepesinde yaşanan komediden sonra doların patlamasını kimse önleyemezdi artık.
Yılbaşından beri beklediğim an diyorum çünkü bizim Stan'in (IMF'nin o dönemdeki başkan yardımcısı Stanley Fischer) 2001 yılı başlarında uluslararası bankacılara hitaben yaptığı konuşmada "çapalı kur" rejimlerinin ipini çekmesinden sonra, kasım krizi özürlü kur çapamızın başına gelecekler belli olmuştu bana göre. Hemen varımı yoğumu nakte çevirip dolara yatırmaya başladım, bununla da yetinmeyip TL bazında borçlanabileceğim kadar borçlanarak o paraları da tümüyle dolara çevirdim ve "piyango"nun çıkacağı günü beklemeye başladım. Beklediğim olayın tam da bizim Stan'in Türkiye'de bulunduğu 19 Şubat günü cereyan etmesinde emin olun ki hiç katkım yok, doğrusu ben de biraz hayretle izledim o gün yaşananları.
Neyse lafı uzatmayayım, benim için önemli olan doların çapadan kurtulup serbest uçuşa geçmesiydi. Doların bir kez uçuşa geçtiğinde, o günlerde bilgiççe açıklamalar yapan eski ekonomi bakanlarının ve kimi ekonomi yorumcularının söylediğinin tersine, 800 - 900 bin lirada durmayacağını adım gibi biliyordum. Tam da umduğum gibi oldu, dalgalı kura geçildiğinin açıklandığı 21 Şubat sonrasında dolar aldı başını gitti. Benim için sanki dünyanın en değerli uçurtması göklere doğru yükseliyor, TL olarak servetim neredeyse saat başı artıyordu. 2001 yılı şimdiden unutamayacağım bir yıl olmuştu. Yandığım tek şey şu Kemal Derviş'i Türkiye'den kaçırma çabalarının sonuçsuz kalması oldu; elbirliğiyle onu da başarabilseydik eminim dolar 2 milyonu falan da geçer, bir voli daha vururduk Allah'ın izniyle!
11 eylül dönemeci
Maddi tatmin açısından 19 Şubat ve sonrası beni ihya etti ama ideolojik tatmine erişmek için 11 Eylül sonrasına kadar beklemem gerekti. 11 Eylül günü kimin kontrolünde olduğu bilinmeyen uçakların New York'taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerine ve Pentagon'a dalması önce beni de afallattı tabii. Bizimkilerin (kökü eskilere dayanan bir Amerika hayranı olduğumu da böylece ifşa etmiş oldum) nasıl böyle gafil avlandıklarını anlamakta zorluk çekiyordum. Neyse ki birkaç gün içinde Türkiye'deki strateji üstatlarını ve komplo teorisyenlerini dinleyerek Amerika'nın kendi kendini vurduğuna ikna oldum ve rahatladım. Artık önümüz açılmıştı, istediğimiz gibi bir dünyayı kurabilirdik.
Şimdi burada "biz" dediğime bakarak benim ABD yönetimiyle ya da Amerika'daki kimi etkili çevrelerle yakın ilişkiler içinde olduğumu falan sanmayın, benimki tamamen ideolojik bir yakınlık, benzer fikirleri ve duyguları paylaşmaktan kaynaklanan bir tür manevi tatmin. Emin olun o "bizimkiler"in teknoloji harikası uçakları Afganistan'a bomba yağdırırken neredeyse o bombaları atanlar kadar zevk alıyordum ben de. Uygarlık desen uygarlık, güç desen güç, cesaret desen cesaret hepsi adamlarda, nasıl hayranlık duymayayım şu Amerika'ya!
Bush takımı harika
Benim hayranlık duyduğum Amerika işte bu Amerika. George Bush'un, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in, yağmur gibi yağan bombaların, yüzü gülen silah sanayiinin Amerikası. Bin Ladin zibidisine kaçacak delik bırakmayan, Saddam'ı tepeleyen, dünyanın her köşesine kendi uygarlığını götüren Amerika. Devletin yeniden devletliğini gösterdiği ve batmak üzere olan uçak şirketlerini kurtardığı, özel sektöre kaynak aktardığı Amerika. Azınlıkların haddini bilmek zorunda olduğu, Müslümanların ve diğer bozguncuların devamlı gözaltında tutulduğu, güvenliği sağlamak için aşırı hürriyetlerin kaldırıldığı bir Amerika. Milli birlik ve beraberliğin pekiştiği, bayrak satışlarının patladığı Amerika. Emin olun bu Amerika böyle kalsın, bizim de sırtımız yere gelmez şu dünyada.
Uzun lafın kısası benim için harika bir yıldı şu 2001, keşke bitmeseydi de bu tatmini duymaya devam etseydim.
Arjantin patlamasaydı Türkiye'nin 2001 fırtınasını ucuz atlattığını anlamamız daha zor olacaktı galiba. Çok ağır bir ekonomik bunalımın yaşandığı bir yılın sonunda "eh bu yılı da ucuz atlattık" demek biraz tuhaf oluyor belki ama ne yapalım ki gerçek bu. 19 Şubat'ta yaşananlardan sonra pek çok kimse ülkenin yönetilemez hale geldiğini, ekonominin dikiş tutmayacağını, devletin borçlarını ödeyemez duruma düşeceğini ve Türkiye'nin tam bir kaosa sürükleneceğini düşünüyordu.
Bugün belki unutuldu ama Kemal Derviş bu derin umutsuzluk ortamında Türkiye'ye çağrıldı ve ekonomiden sorumlu devlet bakanı oldu. Türkiye'ye ayak bastığı andan itibaren halkın gözünde "umut adam" haline gelen Derviş, özellikle dış dünyadaki iyi ilişkilerini kullanarak Türkiye ekonomisini ve mali sistemini uçurumun kenarından çekip alma çabasına girişti. Asıl mücadeleyi dışarıda, ABD Hazinesi'ne, IMF yönetimine ve uluslararası finans çevrelerine karşı vereceğini sanan Derviş içeride karşılaştığı engeller karşısında afalladı ama havlu atmadı; IMF'nin ne istediğini çok iyi anladığı için dalgalı kura karşı açılan kampanyaya direndi ve ticari kredi bulma olanağı kalmayan Türkiye'ye sağlanan IMF - Dünya Bankası desteğinin sürmesini sağladı. Türkiye'nin 11 Eylül'e böyle gelmiş olması 11 Eylül sonrasında Türkiye'ye ek destek sağlanmasında da belirleyici oldu.
Kemal Derviş bence tartışmasız "yılın adamı" ama bu unvanı 2002 yılında koruması kolay olmayabilir çünkü bu kez sorun kuyudan adam çıkarmak değil, kuyudan çıkan adamın koşmasını sağlamak.