Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

OECD tarafından derlenen veriler, tarıma parasal olarak en büyük desteğin zengin Avrupa Birliği (AB) ve OECD ülkelerinde verildiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. 2002 yılında tarıma verilen sübvansiyonlar OECD ülkelerinde 235 milyar doları, ABde de 101 milyar doları bulurken Türkiyede 6.1 milyar dolar olmuş. Tarıma verilen desteğin boyutunu ölçmek için kullanılan diğer gösterge ise toplam tarımsal üretimin ne kadarının sübvanse edildiğini gösteren oran. Bu ölçüte göre de zengin ülkeler açık farkla başı çekiyor, bu ülkelerde sübvansiyon oranları % 40 ile % 70 arasında dolaşırken Türkiyede bu oran % 20yi bile bulmuyor. Ancak OECD verileri Türkiyede tarıma sağlanan sübvansiyonun 15 yıl öncesine göre azalmadığını, tersine arttığını gösteriyor. Kimilerine göre Türkiyede çiftçiye verilen destek giderek düştü ve "IMF politikaları tarımı öldürdü". Tarıma sağlanan sübvansiyonun niteliği ve son yıllarda gündeme gelen "üreticiye doğrudan destek" uygulamasının sonuçları da tartışma konusu olmaya devam ediyor. Tarımdan geçinenlerin oranının % 3ü bile bulmadığı zengin sanayileşmiş ülkelerde tarıma sağlanan sübvansyonların yüksekliği ise küresel gündemin önemli konularından birini oluşturuyor. Zengin ülkelerde tarıma sağlanan cömert sübvansiyonlar, en önemli gelir kaynağını tarımdan elde eden yoksul ülkeleri zarara uğrattığı için bu sübvansiyonların azaltılması isteniyor. Adil bir küresel düzeni hayal edebilir miyiz? ABD HEGEMONYASINA KARŞI YENİ ARAYIŞLAR Giderek küresel düzenin yönlendirilmesinde söz sahibi olacak bir "Dünya Parlamentosu" kurulması ve dünyadaki tüm insanların taleplerini yansıtması. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin lağvedilmesi ve yetkilerinin BM Genel Kurulu tarafından kullanılması. IMF ve Dünya Bankasının yerine, 2. Dünya Savaşı sonrasında Keynesin önerdiği türde bir örgüt oluşturulması ve bu örgütün borçlu ülkelerle alacaklılar arasında bir denge kurması. Zengin ülkelerin fiili denetimi altındaki Dünya Ticaret Örgütü yerine yoksul ve gelişme yolundaki ülkelerin kendi sanayilerini korumalarına da olanak tanıyan yeni bir küresel ticaret örgütü kurulması. Londra Üniversitesi Eğitim Enstitüsünün devasa amfisinde konuşan adam, "Bu kitapta ortaya attığım öneriler size belki biraz uçuk gelebilir ama eğer küresel bir düzende insan gibi yaşayacaksak bunun kurumlarını ve koşullarını oluşturmak zorundayız, küresel düzenin geleceğini George W. Bushun insafına terk edemeyiz" diyor. The Guardian gazetesinin köşe yazarı George Monbiotun, "yeni bir küresel düzen için manifesto" diye nitelediği yeni kitabı The Age of Consent gerçekten de çoğu kimsenin hayal gücünü zorlayacak öneriler içeriyor. İnsanlığın önündeki görevin, küreselleşme sürecini durdurmak değil bu sürecin yönetimini ele geçirmek olduğunu vurgulayan Monbiotun manifestosunda yer alan önerilerin başlıcaları şunlar: ZENGİNLERE REST Monbiotun özetlemeye çalıştığım görüş ve önerileri, doğrusu benim hayal gücümün sınırlarını biraz zorluyor. Onun önerdiği "devrim" niteliğindeki değişimin, küresel güç dengeleri içinde nasıl gerçekleşebileceğini pek kestiremiyorum. Ancak mevcut küresel düzenin adaletsiz işleyişine ve ABDnin tek başına tahakkümüne dayalı bir küresel düzen modeline karşı olanların, hayal güçlerini de kullanarak kendi küresel düzen önerilerini ortaya koymaları için fazla vakit kalmadığı da ortada. Monbiotun kitabı bu yönde bir adım attığı için ilgiye değer bence. Bu düzenlemelerle daha adil bir küresel düzenin gerçekleşebileceğini düşünen George Monbiot, bu önerileri hayata geçirmenin hiç de kolay olmayacağını biliyor ama yoksul ve borçlu ülkelerin elinde de büyük bir koz bulunduğunu ileri sürüyor. Toplam borcu 2.5 trilyon doları bulan borçlu ülkelerin, kolektif bir eylem başlatarak bu borçları ödememe kararı almaları halinde alacaklı ülke ve kuruluşlara kendi şartlarını empoze edebileceklerini iddia eden Monbiota göre böyle bir eylem için koşullar giderek olgunlaşıyor. Monbiot, küreselleşme karşıtı eylemlere katılmış olan grupların, kendi geliştirdiği program gibi bir eylem planı üzerinde görüş birliğine varıp eylemlerini bu doğrultuda yoğunlaştırmaları halinde, ABDnin kendi çıkarı doğrultusunda yönlendirmeye çalıştığı küresel düzene alternatif olabilecek bir küresel düzen modelinin hayata geçirilebileceğini umuyor. Bush yönetiminin askeri gücünü kullanarak küresel düzeni kendine göre yeniden biçimlendirme girişiminin bütün dünyada yoğun tepkiye neden olduğu bir ortamda alternatif bir küresel düzen modeli ortaya koymanın tam zamanı olduğunu düşünen Monbiot, "artık bekleyecek zaman kalmadı" diyor. Tezkerenin geçmemesi iyi mi oldu, kötü mü? Tezkerenin nasıl reddedildiği ayrı konu ama Türkiyenin bu sayede tarihe bir not düştüğünü ve özellikle Avrupanın Türkiyeye bakışında önemli bir aşama kaydedildiğini söylemek mümkün. Tezkerinin reddinin, Türkiyenin Avrupa standartlarında bir demokrasiye kavuşması ve asker - sivil ilişkilerinin daha sağlıklı bir çizgiye oturması açısından da olumlu etkiler yaptığı düşünülebilir bence. oulagay@milliyet.com.tr Türkiyeyi ABDnin yanında Irak savaşının aktif unsuru haline getirecek olan ünlü tezkerenin TBMMde onaylanmamasının doğurduğu sonuçların önemi giderek daha iyi anlaşılıyor bence. Tezkerenin onaylanmaması yüzünden Türkiyenin "tarihi bir fırsat" kaçırdığını düşünenleri ve şimdi de ABDnin gönlünü yeniden kazanmak için yapılması gerekenleri sayıp dökenleri, kendi büyük ya da küçük dünyalarında bırakıp olaya farklı boyutta yaklaşanlara baktığımızda hoş sürprizlerle karşılaşabiliyoruz. Ünlü tarihçi Eric Hobsbawmun 14 Haziran tarihli The Guardian gazetesinde özetlenen (ve 17 Haziran tarihli Radikalde çevirisi yayımlanan) önemli yazısı bunun bir örneği. ABDnin emperyal hayallerini, salt askeri alandaki üstünlüğüne güvenerek geçekleştirmesinin, bugünün karmaşık dünyasında ne kadar zor olduğunu anlatan Hobsbawm, gelinen noktada diğer ülkelerin ABD karşısındaki davranış biçiminin belirleyici olabileceğini belirtiyor. ABDye yapabileceklerinin bir sınırı olduğunun hatırlatılması gerektiğini vurgulayan Hobsbawm, "Bu konuda en olumlu katkıyı Türkler yaptı; bedelini ödeyeceklerini bildikleri halde, bazı şeyleri yapmaya hazır olmadıklarını ifade etmekten çekinmediler" diyor.